Kur’an, her zaman hakkı ve doğruyu savunmamızı ister

TOKAD “Ramazan ve Kur’an” sohbetlerinin on ikincisinde Ahmet Örs, “Kötü ve Yerilen Tutum ve Davranışlar” bahsinde “Başkalarını çekiştirmek (Gıybet), Kendini beğenmişlik (Kibir), Bozgunculuk (İfsad), Çekememezlik (Hased), Savurganlık (İsraf), Adam Öldürmek ve Yalan Söylemek” bahisleriyle ilgili ayetleri değerlendirdi.

– İftira ile ilgili ayetleri tekrar etmek istiyorum. “Mümin erkekleri ve mümin kadınları yapmadıkları bir fiilden dolayı suçlayanlara gelince, onlar iftira atma suçu işlemiş ve böylece açık bir günaha girmiş olurlar.” [Ahzab Sûresi, 58] “İffetli kadınları (zinayla) suçlayıp sonra da (bu suçlamayı doğrulayıcı yönde) dört şahit getiremeyen kimselere gelince, böylelerine seksen değnek vurun; bundan böyle hiçbir zaman onların şahitliğini kabul etmeyin; çünkü bunlar gerçekten yoldan çıkmış kimselerdir!” [Nûr Sûresi, 4] Çünkü buna benzer tecrübeler sosyal medyada, şurada burada çok tekrarlanan bir durum. İnsanlar konuştuklarının nereye gittiğini bilmeden sevmediği birisi hakkında iftira sözleri edebiliyor. Bu konuda iftira atan için dört şahit getirebiliyor mu? Aksi halde “seksen değnek cezası ve ebediyen şahitliklerini kabul etmeyin” hükmü var. İftira atmanın bu kadar ağır bir sorumluluğu ve hükmü var.

– Kur’an’a göre fitne katlden, adam öldürmekten daha ağır bir şey. Fitne çıkarmak adam öldürmekten daha kötü, ağır bir şey… Muhammed Esed fitneye kötülük ayartısı anlamı veriyor. Fitne, bütün sağlam ilişkileri çökertir.

– Bize gelen haberleri araştırıp soruşturmalıyız. Allah bizim kötü şeyleri haberleştirmemizi, yaymamızı istemiyor. Ama bugün gazetelerde, internette ya da başka yerlerde bu gibi şeyler çok kolayca haber yapılıp yaygınlaşıyor. Bu durumlar sıradanlaşıyor.

– Geçen gün işlediğimiz yapılan iyiliği başa kakmak bahsini de kısaca hatırlayalım. “(Yaptığın iyiliği) daha çoğunu umarak başa kakma.” [Müddessir Sûresi, 6]

– Dünya hayatı kısa bir nefeslenmekten ibaret. Ama biz bunu unutup hemen bir şeyleri sahipleniyoruz. Ali Şeriati Habil ile Kabil kıssasında anlatıyor ya; Kabil bir yeri çitle çeviriyor ve “burası benim” diyerek sahipleniyor. Şair ne diyor: “Mal da yalan mülk de yalan/ Var biraz da sen oyalan.” Aynen öyle.

– Şimdi insanlar diyor ki “buralar bizim, kimse gelmesin” diyerek mültecilerin gelmesine karşı çıkıyor. Yapılan iyilik yine yapan için iyi, güzel bir sonuç. İnsanlar bir iyilik yaptığında adeta Allah’ı minnet altına almak istiyorlar. Bugün Müslümanlar bir yardım fonu kuruyor. Bir yere aktarırken şu akla geliyor. “Burada bizim faydamız ne?” Önceki ayetler de ne diyordu? Böyle bir iyilik kaya üzerindeki toprak birikintisi gibidir. Rabbimiz karşılıksız iyiliği emrederken müslümanların muhayyilesinde başka beklentiler var, bu doğru değil.

Başkalarını çekiştirmek (Gıybet)

“Arkadan çekiştirip duran, kaş göz hareketleriyle alay eden her kişinin vay haline ki o, mal yığıp biriktiren ve onu saydıkça sayandır. Gerçekten malının kendisini ebedi kılacağını sanıyor.” [Hümeze Sûresi, 1-3]

– Burada doğrudan Hz. Peygamberin risalet vazifesine, tevhid mücadelesine pusu kuranların karakteristiğini ele alıyor. Egemen sınıflar kimler; malı yığan ve onu sürekli sayanlar. Bu malın kendilerini her bakımdan kurtaracağına inanıyorlar. Hz. Peygamberin onların bu düzenini yıkacağından tedirgin olduklarından, adil bir dünya kurulacak olursa malı biriktiremeyeceklerinden, çalamayacaklarından emin oldukları için Hz. Peygamber aleyhine faaliyet yürütüyorlar, spekülasyon yapıyorlar. Arkadan çekiştirmek onunla ilgili komplolar kurmak, yalanlar üretmek demek. Hz. Peygamberin egemenleri hedef alan bu faaliyetlerine karşı propaganda üreten siyasal karakterli bir tutumdan bahsediyor Rabbimiz. Meseleye bu zaviyeden bakmalı.

“Siz ey imana ermiş olanlar! (Birbiriniz hakkında) yersiz zanda bulunmaktan kaçının; çünkü (bu şekildeki) zannın bir kısmı (da) günahtır; birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın ve arkanızdan birbirinizi çekiştirmeye kalkışmayın. Aranızdan, hiç ölmüş kardeşinin etini yemek isteyen kimse çıkar mı? Hayır, siz ondan iğrenirsiniz. Ve Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun. Şüphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, rahmet kaynağıdır.” [Hucurât Sûresi, 12]  

– Bulunduğumuz zanları uluorta yaymayın. Olağan bir şey, hemen her konuda zan ve tahminlerimiz olur. İnsanları ve olayları takip ederken bu mümkün. Hemen merakla gizli şeylerin peşine düşmeyin. Gizli konuştuğumuz şeyler hayır amaçlı olmalı. Mesela bir cemaat içinde, yakın çevremizde bazı sıkıntılar oldu. Oturalım, hayır ve ıslah amaçlı aramızda konuşalım, bunda bir olumsuzluk yok.

– Araştırmayın diyor ayet. Ama bugün ne var? Gizli kameralar, ses kayıt cihazları var. Zannın bir kısmı günah değilse demek ki hayır ve ıslah amaçlı aramızda konuşabiliriz. Komploya, fitneye götürecek konuşmalardan uzak durmalı. Bu kardeşliği tümüyle iptal eder ve Rabbimizin işaret buyurduğu iğrenç fiile benzer bir kötülüğe ulaşır.

– Bu ayet, İslam toplumunun oturacağı güven zeminini işaret etmesi bakımından çok mühim bir ayet. Ancak bugün mahalle yaşamından tutalım da cemaatler arası ilişkilere kadar müslümanlar gizli haberleri yayarak, kötülük üreterek bu güven zeminini tahrip ediyorlar. İnsanlar için öncülük yapması gereken, örnek olması gerekenlerin bu tutumu maalesef toplumsal güven duygusunu zedeliyor. İftira ve gıybeti keskin ifadelerle yasaklayan, cezalandıran, reddeden Rabbimize rağmen yapılan bu fiil ifsadı hızlandırıyor.

Kendini beğenmişlik (Kibir)

– Kibir, hem insanlar arası ilişki düzeyinde hem de küresel boyutlar çerçevesinde konuşulması gereken, farkındalık gerektiren bir konu. Ama genellikle kibir konusunu ele aldığımız zaman, kibri sadece bireysel bir günahmış gibi değerlendiriyoruz. Bu yüzden eksik anlıyoruz. Oysa küresel bir karşılığı, boyutu olan bir mesele olarak da ele almalıyız.

– Kasas Sûresinde Karun örneği var. O kadar sermayesi var ki, Karun’a böbürlenme deniliyor. Karun her türlü zenginliği hak ettiğini düşünüyor, bunu kendi çabasıyla elde ettiğine inanıyor. Hâlbuki hiçbir servet masum değildir. Bugün zengin sınıfların serveti emekçilerin alın terinden çalınanlarla, o servetlerdeki yoksulların haklarının infak edilmemesiyle gerçekleşmiyor mu?

– Geçen gün TOBB’da, yığılan sermayede yoksulun, ezilenin, çalışanın payı yokmuş gibi konuşuyordu başbakan. Krizlerden en çok patronların yıprandığını söylüyordu. Hâlbuki en çok ezilenler, yoksullar yıpranmadı mı? Bugün o patronların servetlerinin beş kat arttığını kendisi söylüyor hem de onların sırtlarını sıvazlıyor, neden siyasi ikbalden dolayı. Ama bu yanıltıcı kanaat yaygınlaşıyor, pekişiyor. Krizlerin parçalaya parçalaya un ufak ettiği yoksul kesimlerin, emekçilerin hali ortada. Kredi kartı borcunu ödeyemeyenlerin sayısı rekor üstüne rekor kırıyor. Ailecek, çoluk çocuk çalışıp ancak geçinebiliyorlar.

– Kibir yeryüzünde bozgunculuk yapmaktır. Küresel müstekbirlerin dünyayı ne hale getirdiğine bakalım. Mustazafları nasıl ezdiklerine, nasıl katlettiklerine, ülkeleri nasıl yağmaladıklarına bakalım!

– Z. Bauman, devletler küreselleşen dünyada uluslararası şirketlerin karakollarıdır diyor. Bu şirketler için en büyük menfaati sağlayacak organizasyonların örgütleyicileri. Bu küresel istikbar mücadele etmemiz gereken temel güçtür, hedeftir.

Bozgunculuk (İfsad)

“Bunun içindir ki, iyi bir düzene sokulmuşken yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Ve korkuyla ve umarak yalvarın Ona; çünkü Allahın rahmeti her zaman iyilik yapanlarla beraberdir!” [Araf Sûresi, 56]

– Geçenki derste de değindik. Hem fiziksel bir bozgunculuk, hem kültürel, sosyolojik bir bozgunculuk. İfsad çok boyutlu bir şey. Hem tabiat yağmalanıyor, kapitalist hırslar yeryüzünü yaşanmaz hale getiriyor, hem de dini, kültürel bir katliam gerçekleşiyor. Basın yayın araçları bu ifsadı küreselleştiriyor, daha hızlı bir biçimde yaygınlaştırıyor. Artık din alınıp satılabilen görsellere indirgenmiş durumda. Tv’de ağlayan ağlatan hocalardan geçilmiyor. Dini değerler inanç turizmi dolayımında ele alınıyor. Ali Bulaç’ın Dünya Bülteni sitesinde bu hususta “İçi boş dindarlık” diye bir yazısı var, ona bakılabilir.

“(Allah’ın buyruklarını umursamaz hale gelen şu) insanların kendi elleriyle yapıp ettikleri sonucunda karada ve denizlerde çürüme ve bozulma başladı: Bu şekilde (Allah), belki (doğru yola) geri dönerler diye yaptıklarının bazı (kötü) sonuçlarını onlara tattıracaktır.” [Rum  Sûresi, 41]

– Bu ayet çok mühim. Bizim işte nükleer ve HES protestolarında pankartlara taşıdığımız bir ayet. İnsanların hırsları yeryüzünü ifsad ediyor. Tabi bu yozlaşma az evvel bahsettiğimiz gibi çok boyutlu. Kültürel, manevi, dini ayaklarından fiziki boyutlarına kadar şümullü bir yozlaşma karşısındayız.

– Daha da ilginci bu yozlaşmaların bazı kötü sonuçlarını ne bileyim küresel felaketlerle, iklim değişiklikleriyle, kimyasal kirlenmeyle ya da sosyolojik sonuçlarıyla Rabbimiz bize tattırdığını, ufak ufak önden bu ifsadın sonuçlarını örneklerle insanlara gösterdiğini söylüyor ama insanlık maalesef öğüt almamakta ısrar ediyor. Dikkat edin, bu hususta sinema endüstrisi küresel felaketleri öngören yapımlarla dolu, bilim adamları buzulların yüz yıl içinde eriyeceğini bildiriyor ancak her şey aynı tas aynı hamam. İnsanoğlu bindiği dalı kesmekte ısrarcı.

Çekememezlik (Hased)

“De ki: “Sığınırım ben yükselen şafağın Rabbine, O’nun yarattıklarının şerrinden ve bastıran kapkara karanlığın şerrinden, karanlık işlere düşkün tüm insanların şerrinden ve kıskançlık duyduğunda kıskancın şerrinden.”   [Felak Sûresi, 1-5]

– Bunlar doğrudan siyasal ayetler. Maalesef bizde bu ayetler hep “cincilik” bahsinden ayetler olarak okunuyor. Bastıran zifiri karanlığı Muhammed Esed, ümitsizliğin karamsarlığı, ölümün yakınlaşması olarak değerlendirir. Mekke’deki egemenler Hz. Peygamberi çekemiyorlardı, spekülasyonlarla, dedikodularla mücadele ediyorlardı Hz. Peygamberle. Allah kendisine sığınmamızı istiyor.

– Hasedin elbette yine bireysel ve toplumsal karşılıkları var. Hased, diğer hastalıklar gibi insanı çürüten bir niteliğe sahip. Toplumsal anlamda da öyle.

Savurganlık (israf)

“Ey Ademoğulları! (Allaha) kulluk olsun diye yapıp ettiğiniz her işte kendinize çekidüzen verin; (serbestçe) yiyin için, fakat saçıp savurmayın: (çünkü) kuşku yok ki, O savurganları sevmez!” [Araf  Sûresi, 31]

– Kur’an’ın koyduğu ölçüler adil bir toplumsal yapının kurulabilmesi için pek mühim. İsraf ve savurganlığa karşı çıkıyor Rabbimiz.

“(ve şöyle dedik:) “Size rızık olarak verdiğimiz temiz ve hoş şeylerden yiyin ama bunda ölçüyü aşmayın; yoksa, gazabıma uğrarsınız; Benim gazabıma uğrayan kimse, bilin ki, gerçekten kendini bütünüyle yıkıma sürükleyen kimsedir!” [Taha Sûresi, 81]

– “Temizdir, Allah verdi” diye aşırıya gitmek de Allah’ın gazabını getiriyor. Yoksullarla paylaşmalıyız. Saçıp savurmak şeytani bir iş olarak niteleniyor. İsrafın yaygınlaştığı bir toplumda yaşıyoruz. Kapitalizm bir israf medeniyetidir. Kapitalizm israf merkezleri olan şehirlerde toplar insanları ve israf olmadan, ihtiyaç dışı harcama olmadan ayakta kalamaz. Mesela Türkiye’de cep telefonu değiştirme süresi altı ay ama telefonların ortalama ömürleri dört yıl. Ev eşyalarında, giyim kuşamda da aynı durumla karşı karşıyayız.

Adam öldürmek

Yoksulluk korkusuyla çocuk öldürmek;

“Öyleyse artık, yoksulluk kaygısıyla çocuklarınızı öldürmeyin; onları da, sizi de doyuran/rızıklandıran Biziz. Onları öldürmek gerçekten büyük bir suçtur.” [İsrâ Sûresi, 31]

– İlla silahla adam öldürülmez. Eğitimle kuşaklar öldürülür. Fiziken yaşar ama zihnen ölmüştür. Bu kapitalizmin öldürdüğü o kadar insanın hesabını kim verecek? Suriye’de, Bosna’da, Filistin’de ölenlerin hesabını kim verecek? Kuşakları öldürmenin hesabı ne olacak? Yıllarca okullarda başka türlü kötülük okuttular bugün başka türlü kötülük okutarak çocukları öldürüyorlar. Böyle kaç nesli öldürdüler. Bu kadar nesli ifsad etmenin hesabını nasıl verecekler.

– Çocukları öldürmenin yolu türlü türlüdür. Kimi kürtajla öldürür, kimi yozlaştırarak öldürür.

– Yöneticiler ne diyor? Krizi fırsata çevireceğiz. Bunlar kapitalizme imanın göstergesi. Şunu sormuyorlar, şu ülkede şu kadar insan işsiz, aç kaldı, bu insanlar ne yapacak?

Yalan söylemek

“Onlar ki, yalan ve asılsız olandan yana şehadet etmezler; boş ve anlamsız şeylerle (uğraşan kimselere) rastladıkları zaman yanlarından vakarla geçip giderler.” [Furkan Sûresi, 72]

– Futbol ve dizi endüstrisinden kendimizi uzak tutabiliyor muyuz? Meseleleri hep mikro düzeyde algılıyoruz. Bu eksik. Bu yalan, sahte medeniyeti, dünyayı sorgulamalıyız. Yusuf kıssasını hatırlayalım. Bunlar hoşumuza gidiyor. Ama biz hayırlı olanı tercih etmeliyiz.

– Yalan söylemek sadece birini aldatmak değil, hakikati saptırmak, yok etmek üzerine kurulu bir şey. Yani bambaşka bir tasavvur. Gün ve gecelerini boş ve anlamsız, yani yalan, olan şeylerle geçirmek Rabbimiz tarafından kınanıyor. Bir futbol maçının önü ve arkasıyla saatlerimizi alan sahte evrenine bakalım. O kadar hakikatten kopuk bir dünya ki… Yıllarca süren dizilerin kurguladığı ikincil dünyalara bakalım lütfen. Paralel evren yaratıp gerçek zeminlerinden koparılıyor insanlar. Artık sanal üretimler için heyecanlanıyorlar, bunlar için kalpleri çarpıyor.

– Açıkça vahye karşı cephe kurmuş bir insan tipi söz konusu. Vahiy hakkında yalan iddialarda bulunuyorlar. Bugün bilim/akademi dünyası asılsız bir dünya tasavvuru kurup vahiyden/hakikatten uzaklaştıran bir tuzağı/mekanizmayı var ediyor.

“Siz ey iman etmiş olanlar! Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun ve (her zaman) hakkı ve doğruyu konuşun; (o zaman,) Allah işlerinizi değerli kılar ve günahlarınızı affeder. Ve (bilin ki) kim Allah’a ve Resul’üne itaat ederse büyük bir zafere erişmiş olur.” [Ahzâb Sûresi, 70-71]

– Her zaman hakkı ve doğruyu konuşun ne demek? Sadece insani ilişkilerde yalan söylememeyi kapsayan bir şey olarak okumak eksik olur. Allah’a karşı verdiğimiz sözde durmak ve sadakat göstermek ve bunun gereklerini yerine getirmek…

– Bugün canla, malla cihad etmeyi tekrar tekrar düşünmeliyiz, anlamalıyız. Malatya’da vaaz üstüne vaaz vereceksin ama oradaki füze kalkanına ses etmeyeceksin. Bu nasıl bir din anlayışıdır? Allah’a verdiğimiz söz üzerine düşünmeliyiz, sadakatimiz konusunda kendimizi sorgulamalıyız. Uykusuz kalarak, hastalanarak, yorularak, mal ve candan eksilerek bugün rabbimiz bizi nasıl sınayacak? Bugünkü sınama biçimlerinde Rabbimize verdiğimiz sözü ve bu sözün gereği olan her zaman hakkı konuşmayı nasıl yapacağımız üzerine defaatle düşünmek, bu mevzuları tartışmak zorundayız.

“Siz ey imana ermiş olanlar! Niçin bir türlü söylüyor, başka türlü yapıyorsunuz (yapmayacağınız şeyi neden söylersiniz?)” [Saff Sûresi, 2]

– Bu ayet çok sarsıcı. Müslümanlık biçimimize temel bir eleştiride bulunuyor. Az evvel söylediklerimiz sağlam bir çerçeveye oturtuyor: söylediklerimiz ve yaptıklarımız arasındaki korkunç çelişkiler… Rabbimize verdiğimiz sözlerde dürüst olamamak, insanlara karşı hakikat temelinden hareket ederek her daim hakkı söyleyememek… Bu Müslümanlık değil, bu tavrımızı gözden geçirmeli, tekrar iman etmeliyiz.

Haber: Emre Karaca

tokad.org

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın