Rabbimiz iftira edenleri lanetler, iyilikleri başa kakanları kınar

TOKAD “Ramazan ve Kur’an” sohbetlerinin on birincisinde Ahmet Örs, “Kötü ve Yerilen Tutum ve Davranışlar” bahsinde “İftira ve Yapılan İyiliği Başa Kakmak” bahisleriyle ilgili ayetleri değerlendirdi.

“Mümin erkekleri ve mümin kadınları yapmadıkları bir fiilden dolayı suçlayanlara gelince, onlar iftira atma suçu işlemiş ve böylece açık bir günaha girmiş olurlar.” [Ahzab Sûresi, 58]

İftira atmak bir itibarsızlaştırma fiili. Kuran iftira konusunda sıkı engeller koyuyor. Güven toplumu için İslam’ın sıkı tedbirler aldığını, bunu çokça önemsediğini vurgulamamız gerekir.

“Ama kim bir hata yapar ve günah işler de sonra onu suçsuz bir kimsenin üstüne atarsa, iftira suçu ve (hatta daha da) iğrenç bir günah yüklenmiş olur.” [Nisa Sûresi, 112]

Bu toplumda yaygın bir şey maalesef. Bu konuda Ömer Seyfettin’in Kaşağı’sı iyi bir okuma olabilir. Bu hususlarda sıkı tedbirler var Kuran’da. İftira bütün ilişkileri parçalayabilecek bir tesire sahiptir. Bireysel yaşamımızdan sosyal meselelere kadar dikkat edilmesi gereken bir husus.

“Fakat, gerçek şu ki, dalgınlık ya da dikkatsizlik göstermiş olsalar da iffetli ve inanmış olan kadınlara asılsız isnadlarda bulunan (ve günahlarından ötürü tevbe etmeyen) kimseler bu dünyada da, ahirette de (Allah’ın bağış ve kayrasından) uzak tutulacaklardır; ve can yakıcı bir azap beklemektedir böylelerini, o Gün ki, kendi dilleri, elleri ve ayakları bütün (bu) yaptıklarını (açığa vurarak) onların aleyhine şahitlik edecektir!” [Nur Sûresi, 23-24]

Yaptıkları fiil o kadar iğrenç ki lanetleniyorlar. Çok çok ağır bir şey. Zina konusunda iftira atmak sadece iftaraya uğrayanı değil, bütün çevresini, geleceğini etkileyecek bir şey. Kur’an ise güvenli bir toplum inşa etmek ister. Bu sebeple bu konuda ağır bir sonuç var. Bu sebeple iftira atanlar hem bu dünyada hem ahirette lanetleniyorlar.

“İffetli kadınları (zinayla) suçlayıp sonra da (bu suçlamayı doğrulayıcı yönde) dört şahit getiremeyen kimselere gelince, böylelerine seksen değnek vurun; bundan böyle hiçbir zaman onların şahitliğini kabul etmeyin; çünkü bunlar gerçekten yoldan çıkmış kimselerdir!” [Nur Sûresi, 4]

Bu dört şahit ayeti çok önemli. Allah zina gibi çok ağır sonuçlar doğurabilecek bir fiilin dile getirilmesini, bu fiille ilgili bir isnadda bulunulmasını çok ağır şartlara bağlıyor. Genelde iki şahit üzerinden giden hukuki meseleleri hatırımızda tutarak söylersek dört şahit zorunluluğunu bize olağanüstü bir halle karşı karşıya olduğumuzu gösterir.

Bu konu çok ağır bir bedeli gerektirdiği için Kur’an dört şahit istiyor. Üç kişi bile böyle bir fiile tanıklık etseler, dördüncü şahidi getiremezlerse bu konudan kimseye bahsedemezler. Eğer bu kapı açılırsa Allah korusun toplumsal temeller tümüyle sarsılır. Dolayısıyla ağır bir ceza öngörüyor Allah, dört şahit getiremeyenlere. Onlara diyor seksen değnek vurun ve ömür boyu şahitliklerini kabul etmeyin! İşte, bu kadar ağır bir cezalandırma karşısındayız.

Yapılan iyiliği başa kakmak

“İyilik yapmayı kendine kazanç aracı kılma” [Müddesir Sûresi, 6]

Bütün yeryüzü Allah’a ait değil mi? Sen neyi bahşettiğini düşünüyorsun? Yapılan iyilikleri başa kakmak, buradan yeni rantlar devşirmek müslümanca bir tutum değil. Allah’ın verdiği ve fazlasının zaten verilmesi gerektiğini emrettiği rızıkları başkalarına verip sonra da bunları başa kakmak utanç verici bir fiildir.

“Allah yolunda mallarını harcayan ve sonra iyiliklerini başa kakıp (muhtaç kişinin duygularını) inciterek (bu) harcamalarının değerini düşürmeyenler mükafatlarını Rableri katında bulacaklar; onlar için artık ne korku vardır, ne de üzüntü. Gönül alıcı bir söz ve başkasının eksiğini gizlemek, peşinden incitmenin geldiği bir yardımdan daha hayırlıdır; ve Allah Kendine yeterlidir, tahammül (hilm) Sahibidir. Siz ey imana ermiş olanlar! Servetini gösteriş ve övgü için harcayan, Allah’a ve Ahiret Günü’ne inanmayan kişinin yaptığı gibi, iyiliğinizi başa kakarak ve (muhtaç kimsenin duygularını) inciterek yardımlarınızı değersiz hale sokmayın: Onun hali, üzerinde (biraz) toprak bulunan yumuşak bir kayanın hali gibidir, bir sağanak vurunca onu sert ve çıplak bırakıverir. Bu gibilerin, yaptıkları (hayırlı) işlerinden hiçbir kazançları olmaz: zira Allah, hakikati reddeden bir toplumu hidayete erdirmez.” [Bakara Sûresi, 262-264]

Nazik, ince ince işleyen bir toplum modeli sunuyor Kur’an. “Bu akşamki iftar yemeğini şu kişi” verdi ya da iftar çadırına isim yazdırmak yapılmaması gereken bir şey yani.

Rabbimiz “eğer” diyor, “başa kakacaksan, adamı incitip duracaksan herhangi bir yardım yapma” diyor. “Güzel bir söz, bir teselli, yaptığın bu davranıştan daha hayırlıdır” diyor. İşte burada Kur’an’ın bizden istediği incelik bu. Bu kadar nazik temeller üzerine inşa edilmiş bir toplumsallık…

İyilikleri başa kakmak, Kur’an’da neye benzetiliyor, bir bakalım: “Onun hali, üzerinde (biraz) toprak bulunan yumuşak bir kayanın hali gibidir, bir sağanak vurunca onu sert ve çıplak bırakıverir.”

Yalçın kaya nedir? Yalçın kayayı yığılmış sermaye olarak okuyalım. Gösterişle yapılan iyilik ise bu kaya üzerinde olan biraz toprak. Ama ne olacak, bir yağmur yağdığında bu toprak çamur olup, akacak. Yani yok olacak. Dolayısıyla gösteriş toplumunun hali budur. Samimi olmayan davranışları Rabbimiz bu şekilde betimliyor ki bu sahtecilikten uzak duralım.

Bu bölümler üzerinde ısrarlı bir şekilde durmalıyız.

“Kendileri, ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler. ‘Biz size, ancak Allah’ın yüzü (rızası) için yediriyoruz; sizden ne bir karşılık istiyoruz, ne bir teşekkür. Çünkü biz, asık suratlı, zorlu bir gün nedeniyle Rabbimizden korkuyoruz.” [İnsan Sûresi, 8-10]

Müslümanın gönlü sarayı değil, saray olmayı arzulamalı. Sarayda kalmayı istediğimiz halde bunu yapmayın, yoksula yardımcı olun. Bütün saraylar yoksullara açılsın ama yoksullara dilenci olarak davranıp bir lanetli payın da altında pay veriyorsunuz. Tamam daha saray yapılmasın ama eskiden birilerinin yaptığı sarayları da yoksula, mülteciye verin. Güzel evlerimizi, kıymetli eşyalarımızı yoksula, çaresize, yolda kalmışa açamayacaksak, güzel yiyeceklerimizi onlarla paylaşamayacaksak nasıl Ensar olacağız? O yüzden, maalesef bizim Ensar’lığımız da, Müslümanlığımız da lafta kalıyor. Biz Victor Hugo’nun Sefiller romanında Jan Valjan’a evini açıp onun iyi bir insan olmasına vesile olan kahramanı piskopos kadar bile olamıyoruz. Sadece Georges Bataille’ın işlediği Lanetli Pay’ı verip kurtulmak istiyoruz. Gerçi bugün kapitalistler o lanetli payı da vermek istemiyorlar ya, o da ayrı bir mesele!

Ayet, karşılıksız vermenin bütün inceliklerini hatırlatıyor, çok etkileyici. “Bizim hoşumuza gitse de bunlar, bunları sizinle paylaşmak zorundayız.” Çünkü insan verirken, çok zorlanır. Zor bir şey vermek, paylaşmak. Paylaşmadığımız zaman o bizim putumuza dönüşüyor, onu çok yüceltiyoruz. Halbuki o zaten bizim değildi, onun sahibi Allah’tı zaten.

Haber: Emre Karaca

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın