TOKAD’ın 28 Şubatın yıldönümü vesilesiyle düzenlediği programda Ahmet Örs, “Bir Terbiye Süreci Olarak 28 Şubat” başlıklı bir seminer sundu. Ahmet Örs’ün seminerinde öne çıkan notlar şöyle:
– 28 Şubat değerlendirmelerimizi kendimizi duygusallıktan uzaklaştırarak yapmamız gerekir. 28 Şubatla ilgili bugüne kadar olan değerlendirmeler hep acı odaklı yapıldı, yapılıyor. Asıl olan üzerinde düşünüp, değerlendirme yapmalıyız. Bugün Ülker o dönem üzerinden bir trajedi kurarak 28 Şubattaki mazlumiyetinden söz ediyor. Ama sahipleri bugün en zenginler listesindedir. Yol, köprü ihalelerini alıyor. Bu örneğin düşündürücü olması gerekir. Artık acılar üzerinden, duygusal örnekler üzerinden 28 Şubatı anlatamayız, anlatmamalıyız. Aksi halde mevcut durumu anlamayı ıskalarız.
– 28 Şubat önceki darbelerin sonuncusudur. Darbeler silsilesini küresel konjonktürle ele almalıyız. Bu konjoktürü göz önüne almadan yapılan değerlendirmeler esası ıskalatacak ve gerçekte aslında nasıl bir siyasetin dönegeldiğini anlayamama durumuna düşürecektir. Sonucunda ise korkunç bir hataya düşeriz.
– Dikkat edilmesi gereken bir şey ise şudur. 12 Eylül darbesini anlamadan 28 Şubatı da anlayamayız. Çünkü bunlar bir operasyonun adımları. Ama Türkiyeli İslamcılar 12 Eylül’ü yeterince konuşmadılar, kritize etmediler. 12 Eylül darbesi öncelikle sola ve yükselen İslami hareketlere karşı yapılmıştır. O dönemde Kuran-Sünnet vb. konularla uğraşırken bu süreçleri okumamızı engelleyen bir dünya kurmuşuz kendimize.
– Batı kapitalizmi çok dehşetli dönemlerden geçti. Bu krizlerden haberimiz yok. 1980’lere doğru önemli bir krize girdi batı kapitalizmi. Bir tarafta Sovyetler ve bir tarafta ise İslami hareket varlığı söz konuydu. Bunlar batı kapitalizmi için birer tehditti.
– Washington uzlaşısı, geri kalmış ülke diye tabir ettikleri ülkelere bir kurtuluş reçetesi olarak sunuldu. Burada bekçilik misyonu yüklendi devlete. Güvenliği sağlamak gibi belki birtakım altyapı hizmetleri olarak adlandırılan temel görevler haricinde devletin diğer alanlardan uzaklaşmasını öneren bir sözleşme söz konusu.
– Şili’de diktatör Pinochet ilk neoliberal uygulamaları gerçekleştiren biriydi. Diğer tarafta 79 ve 80’de Thatcher ve Reagan neoliberal politikaları uygulamalara koyuldular.
– 24 Ocak 1980’de de Türkiye’de Süleyman Demirel hükümeti 24 Ocak kararları denilen kararları imzaladı. Bugünkü politikalar ise bunun bir devamıdır. Ülkede muhalif söylem yükselirken 24 Ocak kararlarının uygulanması noktasında çıkacak sıkıntıların önünü almak için de 80 darbesi yapıldı. Biz bunlardan Kur’an okumalarında bahsetmedik. İlginçtir darbe yapılan hükümetin müsteşarı Turgut Özal, yeni hükümette başbakan yardımcısı olmuştur. Bu, meselenin ne olduğunun esasını gösterebilecek bir resim.
– Sol ezildi, İslami hareketler yumuşatıldı, bulandırıldı. Türk-İslam sentezi icat edildi ve resmi politika olarak bu sentez benimsendi. Din devletin payandası haline getirildi. 12 Eylülcüler Özal’la birlikte eksiksiz bir şekilde 24 Ocak kararlarını uyguladılar. Bu ortamda kapitalist politikalar çılgınca uygulandı. Paralel süreçler aynı yıllarda Tayland’da, Güney Amerika, Güney Afrika’da, Kuzey Amerika’da birçok ülkede yaşandı. Bunlar tesadüf mü? Zannediyoruz ki bunlar sadece sadece Türkiye’de oldu.
– Özal’la birlikte korkunç ahlaki bir çöküntü yaşanmaya başladı, televizyonlardan yapılan yayınların bunda katkısı büyük oldu tabi Türkiye’de. Böyle eleştirilere Özal şöyle yanıt veriyordu “canım düğmesi var, basın kapanır.” İfsad tüketim kültürü için yaygınlaştırıldı.
– Yapılan 80 operasyonuna rağmen sönmeyen İslami hareketlere ve Milli Görüşün o dönemki temsilcisi Refah Partisine karşı gerçekleştirilen bir 28 Şubat operasyonu düzenlendi. D8’e üye olan altı ülkede paralel zamanlarda darbe oldu. Efendiler pastanın bölünmesini istemezler. Aynı dönemde altı ülkede darbe olması tesadüf mü?
– İlk kapitalistleşen ülkeler kendi içlerinde meydana gelen değişimler, kırılmalar sonucu kapitalistleşmelerini sağladılar. Geç kapitalistleşen ülkeler bu sürece dış etkenlerin zorlamasıyla dâhil edildiler. Erbakan’ın Adil Düzen söylemi hoşa gitmedi, sistem sahipleri bu söylemden rahatsız oldular.
– 28 Şubat her şeyden önce İslami çevrelerin siyasal iddialarını geri çektirdi. Türkiyeli Müslümanlar çocuk yetiştirme gibi birtakım kültürel organizasyonlar oluşturma gibi yollara yöneldiler. Bütün bunlar sorumlulukları erteleyen, öteleyen bir konuma işaret eder.
– Şimdi ise son on bir yılımıza damga vuran bir AKP iktidarı
var. Ciddi sonuçları olan bir süreç yaşadığımız.
– 28 Şubat diye sorsak ilk olarak alacağımız cevap başörtüsü yasağı olur. Oysa bu yasak cumhuriyetin en başından beri var. Sanki 80’den önce sorun yoktu. Türkiye’de28 Şubat terbiyesinin sonunda geldiğimiz yer NATO’yu neredeyse Hılfu’l-Fudul yapan bir anlayış oldu. Yasin Aktay’ın bu konuda dile getirdikleri ibretlik bir vesika sunar bizlere.
– İslamcılar referanslarını vahiy olarak almaktan vazgeçtiler. Bizi o dönemde kimin savunduğunu hatırlarsak içine düştüğümüz sefaleti görürüz herhalde. Nazlı Ilıcaklar, Cengiz Çandarlar, Mehmet Barlaslar savunuyordu, yazılar yazıyorlardı. Darbeye karşı ama niçin? Çünkü liberaller askeri müdahaleleri serbest piyasaya zarar verdiğinden istemiyorlardı. Onlar da süreci anlamış değillerdi aslında.
– Bugün terörizmin finansmanına dönük yasa çıktı. Ses yok. Açıkçası patrıotlara da Malatya’ya dönük tepkiler de sönük kaldı. Terbiye edilenlerin sesi kısılır. Burada da öyle oldu.
– Yardım kuruluşlarını pıtrak gibi çoğalması üzerinde de duralım. Bugün yardım kuruluşlarının çoğu hükümetin, egemen politikaların güdümünde. 28 Şubattan sonra yardım kuruluşları neden çoğaldı, çünkü Müslümanlar siyasal taleplerinden vazgeçtiler. Terbiye böyle bir şey.
– “Bugün Türkiye’de cemaatler de kaybedecekler çünkü devlet bir cemaate dönüşüyor demişti” Kadrican Mendi. Bugün devlet dine ambargo koymuştur.
– Direniş örgütleyemediğimiz için evde çocuk yetiştirmeye, yardım kuruluşları ile hayır hasenat işine girişiyoruz. İhsan Eliaçık’ın “Müslüman zengin olamaz” sözüne güçlü bir tepki gösteriliyor. Neden?
– Başka bir boyut, İslami kesimlerin gelecek kuşaklarına bırakabileceği bir entelektüel birikimi var mı? Zayıf olarak da olsa, var olan entelektüel çabalar 28 Şubatla birlikte topyekun yok oldu.
– Akif Emre “İçerde mağlup olan İslamcılar içerde gerçekleştiremedikleri ideallerini dışarıya saldılar. Dışarıya devrim saldılar. Böylece içlerindeki eksikliği gidermeye çalışıyorlar.” diyor.
– Maalesef ki ana damar İslamcılık devletle bütünleşmiştir. Burada Mümtaz’er Türköne ve Cihan Tuğal haklıdır.
Haber: Emre Karaca
Bir yanıt bırakın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.