Marufu Emr, Münkeri Nehy ve Sütçü İmam – Şinasi Uludoğan

Hamd göğün, yerin ve içerinde barındırdıklarının Rabbi Rahman ve Rahim olan Allah’a, salât ve selam yaratmış olduğu kulları hidayet bulunsun yeryüzünü imar ve ıslah edilsin, ekin ve nesil korunsun ve insanın en açık ve en büyük düşmanı olan şeytan aleyhillaneye karşı teyakkuz halinde olarak onunla ve onun ordularıyla savaşılsın ve tüm insanlığı karanlıktan aydınlığa çıkarıp tek bir olan Allah’ın yoluna iletilsin diye vahiyle beraber gönderilmiş elçilere ve onların yolunu tutanlara olsun.

Belki de yaşadığımız bu çağda, insanlık hiç bu kadar ölümlere,  hiç bu kadar ahlaksızlıklara hiç bu kadar hayâsızlıklara, hiç bu kadar sömürüye, yağmaya, talana, hiç bu kadar gayri insani uygulamalara ve yine hiç bu kadar topyekûn savaşlara uğramamıştı.

Özelliklede İslam coğrafyası ve mazlum halkların toprakları hiç bu kadar emperyalizmin sömürdüğü, insanlarının öldürüldüğü ve yer altı ve yer üstü kaynaklarının büyük bir hırsla yağmalandığı bir zamanı yaşamadı.

İslam ümmetinin Emevilerden bu yana yaşamış olduğu süreçte, vahyin belirlediği kutsalların yerine ihdas edilen ve İslami kılıflarla halka dayatılan ve inandırılan devletin kutsallığı ve her halükarda itaat edilmesi gereken bir mercii gibi gösterilmesi ve bu şekilde kabul görmesi, kimi zaman muhalefetle ve kıyamlarla düzeltilmeye çalışılsa da günümüze kadar kendini muhafaza etmiştir.

Devletin her halükarda devamı ve ona itaatin gerekliliği Kur’andaki birçok ayete ve Resulullah’ın birçok hadisine zıt olmasına rağmen özelliklede resmi ulema tarafından  ( geçmişte kadılar, şeyhülislamlar ve bu günkü diyanet gibi vs)  dini bir meşruiyet kazandırılarak geniş halk kitlelerinin bağlılığı sağlanmıştır.

Bu gün itibariyle laik demokratik bir devlet olan TC’nin işleticilerinin hanımlarının başörtülü olması ve diyanet teşkilatının ayetleri ve hadisleri kullanarak ve çarpıtarak devletin dolayısıyla da hükümetlerin yapmış olduğu gayri İslami uygulamalara ve dayatmalara cevaz vermesi Kur’ani anlamda çok da bilinçli olmayan halkı rahatlıkla kendine bağlamaktadır.

Bununla birlikte birçok tasavvufi ekol ve cemaatlerde, müntesiplerini aynı çizgide eğiterek ve bunu da geniş kitlelere yayarak bu işin diğer ayağını oluşturmaktadırlar.

Bu girizgâhın ardından asıl anlatmak istediğim gerek ülkemizde gerekse İslam âleminde İslam’ın en temel emirlerinden olan iyiliği tavsiye, kötülükten men etmenin ortadan kaldırıldığı unutulduğu ve unutturulduğu bana neciliğin bizi ilgilendirmezliğin dayanılmaz boyutlara ulaştığını hatırlatmaktır.

Biliyoruz ki daha ilk inen surede  “Abden izâ sallâ. E reeyte in kâne alel hudâ. Ev emera bit takvâ.” Yani “gördün mü şu namaz kılan kulu o kul doğru yolda olur yahut kötülükten sakınmayı emrederse” buyruluyor.

Yine birçok surenin birçok ayetinde buna benzer emirlere sıkça rastlamaktayız. İşte birkaç örnek

“İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa eren onlardır.” (Ali İmran Suresi 104. Ayet)

“Erkek ve kadın bütün müminler birbirlerinin dostları ve velileridirler. İyiliği emrederler, kötülükten alı korlar, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah’a ve Resulüne itaat ederler. İşte bunları Allah rahmetiyle yarlıgayacaktır. Çünkü Allah azîzdir, hakîmdir.” (Tevbe Suresi 71. Ayet)

Yakın tarihimiz de de tanık olunduğu gibi Kahramanmaraş’ta Sütçü İmam’ın Fransız askerlerine karşı vermiş olduğu mücadele Müslüman kadınların iffetine saldırılmasıyla başlamıştır.

Anamızın bacımızın, karımızın kızımızın, halamızın teyzemizin iffet ve hayâsının simgesi olan tesettüre uzanan ecnebi elini kıran sütçü İmamlar bu günlerde yaşamıyor artık. Hepimiz gönüllü, sözüm ona çağdaş, okumuş özgürlükçü, yönünü (kıblesini) batıya dönmüş laik demokrat , (ki bu da Fransızlardan ithal ettiğimiz bir sistemdir) aydın kişiler olarak kadınıyla erkeğiyle soyunur hale geldik. Peki bizler bundan yıllar önce neyin savaşını verdik hiç düşündük mü acaba.? Madem batı tipi bir yaşam tarzını arzuluyor idiysek ne diye Fransızları kovduk bu ülkeden. Yoksa bizim, adı Ahmet olan Mehmet olan Mustafa olan İsmet olan Celal olan Adnan olan yerli Fransızlar bize daha mı namuslu geldiler. Bizleri bizdenmiş gibi görünerek Fransız askerine gerek kalmadan gönüllü olarak tesettürsüz bırakanlar daha mı Müslüman idiler. Yoksa Rabbimizin buyurduğu gibi bizim kâfirler onlarınkinden daha mı hayırlı idi.

Evet, Sütçü İmam döneminde aleni düşmana karşı mücadele etmek çok daha kolaydı. Ama düşman bizden olunca işler değişti ve herkes kabuğuna çekildi.

Geçen bunca yıldan sonra artık tesettürsüzlüğün sıradanlaştığı ve Müslümanım diyen için çokta gerekli bir şey olmaktan çıktığı hatta artık daha ileri boyutlara taşındığı kapanık çıplakların türetildiği bir zamanı yaşıyoruz.

Evet, şu an için yaşadığımız her ortamda fahşanın (aşırılığın, fahişliğin) alenen yaşandığı ve Müslüman’ım diyenlerin bunu kanıksadığı bir ortamı yaşıyoruz.

Kötülükler, fahşalar, münkerler, bağiler, ricsler alabildiğine yaygınlaşmış Allah’a ve Ahiret gününe iman ettiğini iddia edenlerin kayıtsızlığından dolayı tüm bu çirkin ve kerih fiiller zamanla sıradanlaşmış ve olağan bir duruma gelmiştir.1930’larda kılık kıyafet dayatmasıyla kadınları batı tipi bir giyinişe zorlayan Kemalist devletin  kadınlara giydirmiş olduğu eteğin boyu dizlerin 20 santim aşağısına kadar iniyordu. Bu o zamanlar gelenekselde olsa İslam’a bağlı Anadolu insanı tarafından büyük bir günah olarak değerlendiriliyordu.

Zalim ve despotların modern olacağız çağ atlatacağız diye Fransız askerinin yapamadığını yaparak ve kendi eliyle kurmuş olduğu diyanet teşkilatıyla da buna karşı oluşabilecek tepkileri de önleyerek insanımızı soymaya ve yarı çıplak giyinmeye yöneltmesi ve toplumun sindirilip iman ve ilim ehlinin ve seçkin âlimlerin darağaçlarında idam edilmesi ve yönetime yakın resmi ulemanın da telkinleriyle artık günümüzde çıplaklık ya da diğer bir ifadeyle tesettürsüzlük bu günün Müslüman’ım diyenlerine sıradan normal bir şeymiş gibi gelmektedir.

Şeytan aleyhillanenin ilk icraatının insanı soymak olduğunu hatırlayacak olursak, günümüzde kimlerin bu yola hizmet ettiğini gayet iyi anlamış olacağız.

Artık iktidarıyla muhalefetiyle ve bunları destekleyen kitleleriyle tabiri caizse kıblelerini batıya çevirenlerin bundan asla geri dönüşün olamayacağını belirtenlerin zihniyetini varın siz düşünün.

Halkının yüzde doksan dokuzu Müslüman olduğu iddia edilen bu ülkede  (ki bu Müslümanlıkta artık vahye dayanan değil gelenek ve göreneklerin ve mezheplerin görüşlerinin ağırlıkla yaşandığı bir Müslümanlıktır.) emri bil maruf nehyi anil münkerin yani iyiliği tavsiye kötülükten sakındırmanın yerini neme lazımcılık, bananecilik, herkes kendi bacağından asılırcılık, bana değmeyen yılan bin yaşasıncılık gibi temeli Yahudi zihniyeti olan bu çok çarpık ve sakat anlayışlar türemiş Allah’ın emirlerini yerine getirmeye çalışan Müslümanlar günümüzde yadırganır, incitilir, hakarete uğratılır, dışlanır ve ikinci sınıf vatandaş haline düşürülür bir pozisyona sokulmuştur.

Okullarından tesettürlü diye uzaklaştırılan ve hayatları karartılan yüz binlerce genç kızın olduğu yer bizim ülkemizdir. Okulların kuytu yerlerinde namaz kılmak zorunda kalan sonrada görüntülenip kamuoyuna suç işliyorlarmış gibi gösterilen bizim gençlerimizdir. Sakal bırakıyor tesbih çekiyor diye gerici olarak nitelenen bizim büyüklerimizdir. Sorarım şimdi size ey halkının yüzde doksan dokuzu Müslüman olduğu iddia edilen bu ülke sakinleri bu ne haldir. İslam mı değişti yoksa sizler mi? Yoksa sizler de mi bunları normal görüyorsunuz.

Caddelerde, sokaklarda okullarda üniversitelerde mümkün gördükleri her yerde edepsizce hayâsızca kadınlı erkekli davranışlar sergileyen ve bunlara kör ve sağır kesilen bizlerin kıldığı namaz nasıl bir namaz, tuttuğu oruç nasıl bir oruç gittiği Cuma nasıl bir Cumadır.

Gerek ülkemizde gerekse İslam âleminde insanların maddi ve manevi zulme uğradıklarına katledildiklerine, tecavüze uğradıklarına, en kutsal sayılan yerlerimizden olan Kudüs’ün Siyonist İsrail’in ve Kabe’nin de Suudi Amerika’nın işgalinde olduğunu bile bile beş milyona yakın insanın yapmış olduğumuz hac nasıl bir hacdır.

Çöplüklerinden ekmek toplayan yüz binlerce insanı varken, yoksulluk sınırının altında bir gelirle cebren asgari ücret seviyesinde milyonlarca insanı çalıştıran, gelir dağılımındaki aşırı farklılığa ve adaletsizliğe rağmen ülke insanını yaldızlı sözlerle kandıran bu hükümet nasıl bir hükümettir. Tüm bu adaletsizliklere rağmen milyonlarca dolar harcayıp top sahaları yapan, gösterişli yollar döşeyen, muazzam projeler üreten ve süslü püslü camiiler inşa ederek insanların manevi duygularını mas eden bu yönetim nasıl bir yönetimdir.

Bu nasıl bir ümmettir ki yüz yılı aşkındır bağrına saplanmış haçlı zihniyetinin ve onun şımarık çocuğu İsrail’in bunca vahşetine ve ümmetin çocuklarını yok edişine seyirci kalmaktadır.

Üniversitelerinin her birinde ilahiyat fakülteleri bulunan ülkemizde bu ilahiyatçılar neden sadece akademik faaliyetlere dalıp asli görevleri olan insanları vahiyle uyarmaya çalışmazlar. Dünyevi anlamda yükselme kaygısıyla makam mevki kazanma hırsıyla günler, aylarca hata yıllarca akademik tezler hazırlayan bu hocalar neden toplumda sıradanlaşan bu kötülüklere karşı mücadele etmezler.

Kendilerini her halükarda en iyi Müslüman millet olarak gösteren bu üniversitelerin yöneticileri neden sade ce ceplerini doldurmaya çalışırlarken emirleri altında çalışan kesimlere karşı neden adilane davranmazlar ve onları vahyin önerdiği şekilde yönetmezler. Bu ne menem iştir böyle, bu ne menem hocalıktır böyle, nefislerini tatmin etme aracına dönüşen sadece dünyevi çıkarlara endeksli bir hocalık! Fahşanın aleni bir şekilde yapıla geldiği üniversitelerinde tez üretme peşinde koşan bu ilahiyatçılar ve diğer üniversite yöneticileri Allah’ın huzuruna vardıklarında gördükleri ve duydukları fahşalara ve münkerlere ve bunları yapanları uyarma yerine görmezden işitmezden gelmelerinin hesabını nasıl verecekler. Tüm bu pislikleri, tüm bu iğrençlikleri çağdaşlık adına, özgürlük adına ve kendi çıkarları uğruna görmezden gelen, öğrencilerini ya da müşterilerini ya da dini anlamda manevi duygularını sömürdükleri kitleleri velinimet sayan bu zihniyet ne menem bir zihniyettir.

Bu iğrençlikleri yapanlar bu cesareti nerden ve nasıl alıyorlar. Müslümanım diyenler Allah’ın vaaz ettiklerini yapma konusunda en cesur olanlar olarak ortaya çıkmaları ve münkere karşı el birliğiyle mücadele etmeleri gerekmez mi?

Karamsarlık doğurmak istemiyorum ama durum burada yazdığımızdan daha vahimdir. Emperyalist güçlerin ve onun İslam coğrafyasındaki yerli işbirlikçilerinin elleriyle tecavüze uğrayan değerlerimiz, sömürülen maddi ve manevi kaynaklarımız, İslami ve İslam’a uygun örf ve adetlerimiz tamamen ters yüz edilmekte batıl hak suretinde, şirk tevhid suretinde, küfür iman suretinde, dalalet hidayet suretinde kısacası kurt kuzu suretinde tecelli etmekte ve maalesef nesillerimiz gözümüzün önünde heba olup gitmektedir.

Asıl felaket dünyada bu şekilde heba olup gitmelerinde değil, ebedi konaklama yurdu olan ahrette Allah’ın rızasını kaybedip cehenneme yuvarlanmalarındadır.

Tüm bu olumsuzluklara rağmen biz iman etmişlerin artık silkinip ayağa kalkması ve emribilmaruf nehyi anilmünkeri son sürat yaygınlaştırması farzı ayındır. Karanlık çağda vahyin aydınlığının taşıyıcıları olarak tüm benliğimizle bunu haykırmanın zamanı geldi de geçiyor bile. Tüm dünyevi hesapları bir kenara iterek fikri ameli ve ekonomik bir birlikteliği tesis ederek yarınlara yürümek ve Allah’ın “İçinizden iyiliği emredip Kötülüğü men eden bir topluluk olsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emredip Kötülüğü men eder ve Allah’a iman edersiniz…” (Âl-i İmran: 104,110 ) ayeti kerimelerinde müjdelediği bir topluluk olmayı arzulamak şiarımız olmalıdır.

Bizim âlemlerin Rabbine karşı olan sorumluluğumuz kulluktur. Bu kulluğun çerçevesini çizen vahiydir, vahyin uygulayıcısı olan Resululah’tır. Bu çerçeve muvacehesince beşerden neşet eden herhangi bir ideolojinin, yaşam biçiminin, sistem ve metotların niyetleri her ne kadarda halisane olsa da, fikirlerine zikirlerine eylem ve davranışlarına da ihtiyacımız yoktur. Bu minval üzere olan Müslümanlar aşağıdaki ayette zikredilen niteliklere sahip olarak işlevlerini yerine getirirler ve Allah azze ve celle iktidar nasip edince de aynı minval üzere hareket edeceklerdir “Onlara ki, kendilerini yeryüzünde iktidar mevkiine getirdiğimiz takdirde, namazı kılarlar, zekâtı verirler, iyilikle emir, kötülükten nehyederler. Bütün işlerin sonu sadece Allah’a aittir. (Hac Suresi 41. Ayet )

Aksi halde kendilerine Müslüman sıfatı takan ama gereğini hakkıyla yerine getirmeyen bizlerin, şu ayette yapılan uyarının ve feci sonun muhatabı olmaktan asla kurtuluşu olmayacaktır. “Bir de öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz (umuma sirayet ve hepsini perişan eder). Biliniz ki, Allah’ın azabı şiddetlidir.”   (Enfal Suresi, 25. Ayet)

sin2

 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın