Tasavvuf Gerçeği

Toplumsal Dayanışma Kültür Eğitim ve Sosyal Araştırmalar Derneğinin (TOKAD) pazar günleri düzenlediği eğitim seminerlerine Ufuk Aktaşlı’nın sunduğu “Tasavvuf Gerçeği” konulu seminerle devam edildi.

Ufuk Aktaşlı konuşmasına tasavvufun Kuran temelli bir öğreti olmadığını söyleyerek başladı. Tasavvufçuların dini zahir ve batın diye ayırıp zahir yönünün Kuran’da anlatıldığını, batın yönünün ise Cebrail tarafından Hz. Peygamber’e öğretildiği, Hz. Peygamber’in de bunu Hz. Ali’ye öğrettiği ve tasavvuf silsilesinin Hz. Ali’den geldiğini iddia ettiklerini, bunun da tasavvufun Kuran dışı bir öğreti oluşunun tasavvufçular tarafından zımnen kabulü anlamına geldiğini söyledi. Tasavvuf düşüncesinin hicri 2.yy’la birlikte ortaya çıktığını ve bu anlayışın dönemin toplumsal ve ahlaki bozulmalarından kaçarak uzlet içinde yaşamayı seçen insanlar arasında yayıldığını söyledi.

Tasavvuf düşüncesinin etkilendiği iki temel kaynağın mistik Doğu dinleri ve Yunan felsefesi olduğunu söyleyen Aktaşlı fetihlerle birlikte İslam coğrafyasının genişlediğini farklı din ve kültürlerden insanların İslam dinine girdiğini ve bu insanların eski dinlerine ait örf ve inançları da İslam dini içine soktuklarını söyledi. Özellikle Irak ve İran’ın fethiyle Müslümanların Hindistan’la komşu olduğunu, ticari ve kültürel bir alış verişin başladığını ve Hinduizm, Brahmanizm, Budizm gibi dinlerdeki hululcü, vahdet-i vücutçu, nirvanacı ve panteist inanışların ilk sufiler aracılığıyla İslam düşüncesine yerleştiğini zaten tasavvufun İslam dünyasına İran ve Irak üzerinden girdiğini ve ilk meşhur sufilerin hepsinin bu bölgeden olduğunu söyledi.

Tasavvuf’un beslendiği ikinci kaynağın Yunan felsefesi olduğunu söyleyen Aktaşlı, Platon felsefesinin mistik bir yorumunu yaparak panteist bir sistem geliştiren Philon ve Plotinus’un sufileri ve özellikle İbn-i Arabî’yi derinden etkilediklerini belirtti. Plotinus’tan pasajlar okuyan Ufuk Aktaşlı, sufilerin vahdet-i vücut, sudur, hakikat-ı muhammediye ve fenafillâh inançlarında Plotinus’tan nasıl beslendiklerini ortaya koyduktan sonra İbn-i Arabi’nin tasavvufu sistematize eden kişi olduğunu belirterek onun, kitaplarının kendisine Hz. Muhammet tarafından yazdırıldığını iddia ettiğini, gayb âlemini temaşa edip gördüklerini kitabına yazdığını söylediğini belirtti. İbn-i Arabi ve Mevlana’nın eserlerinden verdiği örneklerle onların vahiy düşüncesinden nasıl saptıklarını açıkladı.

Tasavvuf’un İslam düşüncesinde nasıl baskın bir anlayış haline geldiği konusunda ise buna neden olan kişinin Gazali olduğunu vurgulayan Aktaşlı, Selçuklu veziri Nizamülmülk’ün Bağdat Nizamiye medresesine başmüderris olarak atanan Gazali’nin daha sonra Osmanlı medreselerinde de bir ekol haline geldiğini, eklektik bir düşünceye sahip Gazali’nin “hakikat ve şeriatı” birleştirmeyi amaçlayan mutedil tasavvuf anlayışının tüm Osmanlı medreselerine hâkim bir düşünce olarak günümüze kadar geldiğini, ilk dönemlerde Ehl-i Sünnet’in tasavvufa kuşkuyla bakarken Gazali’nin tasavvufu Ehl-i Sünnet tarafından kabul edilebilir bir biçime soktuğunu söyledi.

‘Osmanlı medreselerine hâkim olan bu tasavvufçu durağan düşünce 19. yy.’da Müslümanlar Batı düşüncesiyle karşılaşınca iflas etti.’ diyen Ufuk AKTAŞLI medrese ulemasının Batı düşüncesini sorgulamakta aciz kaldığını ve Osmanlı düşünce hayatının böylece Batıcı elit ve aydınların eline geçtiğini söyledi. Cumhuriyet döneminde de bu durağan düşünceden beslenen tarikat ve cemaatlerin orijinal bir İslam düşüncesi üretemeyip savrulmalar yaşadığını, sağcı, milliyetçi, muhafazakâr düşünceler arasında gidip geldiğini ve 2000’li yıllarda AKP ile birlikte neo liberal ve küresel değerleri benimsediğini belirtti.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın