Cemal Şakar’dan Niksar ve Tokat’ta İslamcılık Seminerleri
Yazar Cemal Şakar, Niksar ve Tokat’ta İslamcılık tartışmaları çerçevesinde iki seminer verdi.
Şakar’ın “İslamcılık: Bugünü, Yarını” başlıklı konuşması TOKAD Niksar Temsilciliğinde; Tokat’taki, “İslamcılık: Ne Yapmalı?” başlıklı konuşması ise Özgür Yazarlar Birliği’nde gerçekleşti.
Cemal Şakar, her iki konuşma boyunca genel olarak aşağıdaki tespitlerde bulundu:
70’lerdeki devrimci bir dalga vardı
-İslamcılık aslında devletçi, milliyetçi-muhafazakâr bir faaliyetin adı olarak var oldu. Ali Bulaç İslamcılığı üç kuşağa ayırır. Birinci kuşak 1920’ler, sonra 1950’ye kadar bir uyuma dönemi, 1950-2000 arası 2. kuşak, 2000′den bugüne ise 3. kuşak. Bugünü anlamak için 70′lere bakmalı.
– 60′lı yıllarda görece demokrat adımlar atıldı. Devlet toplumla barışmaya çalıştı. 70 kuşağında Marksist bir dalga vardı. Mısır’dan Pakistan’dan yapılan İslamcı eserlerdeki çevirilerde Marksist bir etki vardı.
– Osmanlı döneminde ümmetçi bir dalga oluştu. İslamcılık devletten yana, onu kurtarmak isteyen bir çizgiydi. Mesela Necip Fazıl oldukça milliyetçidir. Sezai Karakoç’ta bu biraz düştü. Nuri Pakdil’de tamamen ortadan kalktı. O dönemde sağcı vurgu yerini solun etkisine bıraktı. Bu dönemin devrimci bir nitelikte olması en önemli özelliğiydi. İran İslam devrimi ile bu dalga doruğa çıktı.
28 Şubatta İslamcılar duvara toslamıştır
– İkinci kuşaktaki devrimci etki devletle İslamcılığı karşı karşıya getirmiştir. Mesela, 80′den sonra çıkarılan memur yeminleri için Atasoy Müftüoğlu, Y. Kerimoğlu gibi kişiler şirke düşmemek için imza atılmamasını savundular. Bu süreçte devletle İslamcılar arasında yarılmalar yaşandı. Devlet Özal ile beraber dışarıya açılınca eş zamanlı bir dünya yakalandı. Kitlesel olarak Dolar kullanılıp Marlboro içilir hale gelindi. Bu dönemde devletle barışıldı. Önceden kamusal alanda ifade sorunu vardı. Özal ile bir barışma yaşandı. Bu sebeple bürokraside ve siyasette yükselme yaşandı.
– 28 Şubatta Kemalizmle İslamcılar yüz yüze geldi. Milli Görüş dışarıda kalan kitleleri merkezde buluşturmuştu. Bu dönemde 20 Şubatta duvara toslayan İslamcılık dağıldı, politikaları iflas etti. Küllerinden AKP ortaya çıktı.
İslamcılar son süreçte yeniden sağcılaştı
– Buradan yeni kuşağa gelelim. Kamusal alanda ifade sorunu azaldı, İslamcı ikinci kuşak devleti ele geçirdi, solun etkisine giren İslamcılık yeniden sağcılaştı. Pazarlık kabilinden gerçekleşen cemaat reflekslerinde yedekten merkeze oynayan bir sağcılaştıran bir süreç var.
– AKP’nin devleti ele geçirdiği ve baskıcılaştığı iddiaları var. Küreselleşen bir vasattayız, bugünkü durum budur. Ulusal talepler yerine küresel ilişkiler öne çıkıyor. MİT müsteşarı bile bunu söylüyor.
– Peki, küresel dünyada İslamcılar ne yapmalı? Küresel olana tepki geliştirirken ulusalcı pozisyonda kalma endişesi ortaya çıkıyor. Ne önerdiğimiz bu noktada önem kazanıyor. Gümrüklerin, tel örgülerin yükselmesi mi isteniyor? Şunu unutmayalım ki güçlü kültür zayıf olanı belirler. Geçişkenlik ister istemez birbirini belirlemeye çalışıyor. Bu meseleler üçüncü kuşak tarafından tartışılmalı ve sorulara yeni cevaplar verilmelidir.
-28 Şubat’tan sonra neoliberal politikalar yaygınlaşmaya başladı. Kullan at tarzı bir yaşamın içindeyiz. Hepimiz sistemin tüketim hedefine odaklanmış vaziyetteyiz.
– Bugün dünyada herkes blok arayışı içinde. Hangi blok tarafında yer alacağımız tartışılmalı. Çokuluslu söylemlerin kayıtlarından kurtulmak tam bağımsızlıkla alakalı bir şeydir. Batı karşıtlığında Rusya safına mı geçeceğiz yoksa başka arayışlar içinde mi olacağız. Reel politik üzerine düşünürsek sağlam politikalar geliştirmemiz mümkün olabilir.
– Sünnetin teorik olanı pratize eden karakterini her gün müslümanlar ne kadar hayatlarına uyguluyorlar? Evrensel ilkelerle hayattaki somut pratiklerin birbirine uyumunu tartışmak gerekir.
Adaletin merkezî rolü üzerine vurgu yapmalıyız
-Bundan sonraki İslamcılık süreci içinde demokrasinin çokça tartışılacağına inanıyorum. 70′lerde demokrasiye şirk dendi. Mesele ifrat tefrit boyutlarında ele alındı. Demokrasi ve küreselleşme tartışmaları İslamcılığın geleceğinde belirleyici olacak tartışmalardır. Demokrasi karşısında bizim devlet ve hükümet etme anlayışımızı geliştiremedik. Önerilerimizi somutlaştıramadık.
– Devlet düşüncesinde adaletin merkezi rolü üzerine vurgu yapmalıyız.
– Şura modelinin ne olduğu üzerinde çokça düşünmek zorundayız.
– İslamcılığın devlet fikri ve iktisat politikası geliştirememiş olması en büyük handikaptır.
– Mülk üzerine bundan sonra daha derin tartışmalar yapılacak. Zenginleşen eski İslamcılar var. Bugün bir vicdan kararması yaşanıyor. Bu durum, bizim mülk vurgusuyla yüzleşmemize neden oldu. Bu yeni burjuva sınıfı bir yüzleşme durumu ortaya çıkardı. Bunların daha da öne çıkacağını düşünüyorum.
– Son dönem İslamcılığında üç temel kırılma vardır: 1. Medine Vesikası. Medine Vesikası söylemi 70′lerde gündemde yoktu. Devrimcilik o dönemde ortaya çıktı ama bu aynı zamanda modernist bir tavırdı. 28 Şubatla bu umutlar kırıldı. Milli Görüşün taşıyıp getirdiği kitle 28 Şubatla dağıldı. Baktık ki devlet güçlü, “o zaman hep beraber yaşayalım” dendi. Medine Vesikası bunun keşfidir. Çok hukukluluk, birlikte yaşama tavrı postmodern bir durumdur. 70′lerde “Allah’ın hükmü ne ise odur” deniyordu.
2. kırılma Başörtüsü meselesidir. F. Gülen’in meşhur “başörtüsü teferruattır” fetvası kendince çıkış için, çare için söylenmiştir. Basınç altında “başörtüsü kültüreldir” dendi. Bu görüş sayesinde cemaat üyeleri kamusal alana çıktı ancak İslami camiada derin bir kırılma gerçekleşti.
3. Kırılma devlet iddiası ile ilgilidir. Birden biz İslam’ın bizden devlet kurmayı istemediğini keşfettik. İslam devleti talebi geriye düştü. Bunlar küreselleşmeyle ilgili gelişmelerdir. Ulus devletler küresel güçlerle daha da güçleniyorlar. Üçüncü kuşakta devrimci doz düşüyor, demokrasi tartışmaları öne çıkıyor.
Teorik tartışmalar hayat içinde test edilmezse kıymeti yoktur
– Ne yapmalı sorusuna dönersek, yapacak çok şey var: Bu durumda aileden sokağa, oradan devlete ve dünyaya açılan bir süreçten bahsediyoruz demektir. Kuramsal ilkelerden daha çok pratikler sergilemeliyiz. Bu konularda çok fikrimiz yok. Ahlaki yozlaşma değerlerimizi yıprattı. Müslümanlar eminliklerini yitiriyorlar. Davranışlarımızla, pratiklerimizle bunu ortaya koymak zorundayız. Hayatla buluşmanın yollarını aramalıyız. Kuramsal tartışmaların artık sadra şifa bir sonucu olmalıdır. Hayatın içinde olmalıyız. Postmodernistlerin temel iddiası hakikatlerin öldüğüdür. Hakikatler yan yana dursun diyorlar. İslam hayatı komple kuşatır. Bu anlamda hakikatin kendisidir. Bu kamusal hayatın nasıl dönüştürüleceğini tartışmalıyız. Ne yapmalı sorusunun cevabı süreç içinde ortaya çıkacaktır. Yaptıklarımızı tartışmalıyız. Pratiklerimizi teorik boyutlarıyla tartışmalıyız. Kervan yolda düzülür. Mesela yardım kuruluşlarının faaliyetleri, işleyiş mantığı bizi hayattan koparabiliyor. Hayatla temasın sürmesi gerekir. Düşünceler, teorik tartışmalar hayat içinde test edilmezse kıymeti yoktur.
– Modern dönemin özelliği bireyselleşmektir. Biz modern insanlarız, eğitim süreçlerimiz hep modern süreçlerdir. Tüketim toplumuna eklemleniyoruz ister istemez. Bu süreçler bizi bireyselleştiriyor.
Müslümanlar olarak değer üretemiyoruz
– Bilgi çağında yaşadığımız iddia ediliyor ama bilgi kirliliği son derece yoğun, Arap baharının önemli bir kısmı tüketim toplumunun talebidir.
-Sivil aydın sistematik çalışamaz. Dağınıktır. Biraz daha akademik çalışmalara ihtiyacımız var.
-AKP İslamcıların içinden çıkmış bir partidir. Vizyonu bu kadardır çünkü, kömür dağıtıyor bunu sosyal devlet anlayışı olarak görüyor. Bizim ufkumuz bu kadar, çünkü biz İslamcılar olarak reel politikle tam olarak yüz yüze gelemedik.
-Yaralı bir bilinç halindeyiz. Demokrasi ile mülk ile yüzleşecek, bunlarla hesaplaşacağız.
-Lider bulmada bir sorun olmadı ancak akletmede bir yöntem geliştiremedik.
Emekten yanayım dememek yoksullara ihanettir.
-Marksist hareket, İslam düşüncesini çokça etki etmiştir.
-Müslümanlar olarak değer üretemiyoruz, çabuk çürüyor, dolayısıyla merkezi bir konum edinemiyoruz. Bu durum karışıklık doğuruyor. Bunun nedeni de değer üretememektir. Sabitelerin olmamasıdır.
– Emekten yanayım dememek yoksullara ihanettir.
– Bugünün Müslüman hikâyeci ve romancılarında öne çıkan temalarla ilgili olarak şunu söyleyebilirim: 80′lerde bunalım edebiyatı oluştu. 90′larla birlikte toplumsal hayata yönelindi. 2000′lerde bu daha da arttı. Kürt sorunu vs. eskiye nazaran edebiyatta daha da yer buldu.
Haber: Sedanur TOKEL
Bir yanıt bırakın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.