TOKAD Niksar Temsilciği seminerlerinde bu hafta Ahmet Örs, Ümit Aktaş’ın “Musa ve Yol Arkadaş’ı” romanı üzerinden Hz. Musa’nın mücadelesini işledi. Ahmet Örs, konuşması boyunca aşağıdaki değerlendirmelerde bulundu:
– Firavun ve onun soylular çevresine Musa’yı gönderdik. (7/103)
Peygamber doğrudan egemen sınıfa gönderiliyor. Bizim Türkiye İslamcılığında bu genelde ihmal edilmiştir. Daha çok tabanın müslümanlaşması öncelenmiş, siyasi vurgular geri plana atılmış, açık siyaset ihmal edilmiştir.
– Musa Peygamber, 104-105. ayetlerde İsrailoğullarını kendisiyle göndermesini istiyor. Doğrudan, köleleşmiş bir topluluğu ayrım yapmadan kurtarmayı istiyor. Bu gerçek oldukça önemlidir. Ezilenlerin ayrım yapılmaksızın kurtarılma talebi önemlidir. Ayrıca bunun kavmi bir topluluk olması da ayrıca tartışılabilecek değerdedir.
– Musa Peygamberin gösterdiği mucize karşısında Firavun’un görüş sunduğu ileri gelenlerden biri: “Sizi yerinizden etmek istiyor diyor.” Bu, o kişinin egemenlik ilişkilerini kavradığını gösteriyor. Ya iman edip adil bir yönetici olacak Firavun ya da Musa tarafından devrilecek. Bu çelişkinin giderilmesinin başka yolu yok.
– Büyücülerin tavrı çok önemlidir. Yeni iman ediyorlar ve Firavun’un kendilerini ağır bir şekilde cezalandıracağına dair tehdide rağmen geri çekilmiyorlar ve müthiş bir kararlılık sergiliyorlar:
“Bundan ne çıkar, biz de Rabbimize döneriz. Çünkü yalnızca bize ulaşır ulaşmaz Rabbimizin ayetlerine inandık diye bize hınç duyuyorsun. Ey Rabbimiz dar zamanda bize sabır ihsan et ve yürekten sana bağlanan kimselerden olarak canımızı al!” (125-126) Büyücüler, Musa ve Harun’dan bile daha cesurlar. Firavun’un tehditlerine rağmen alenen imanlarını ilan ediyorlar.
– Firavun ve adamları, bize çok tanıdık gelecek bir önleme başvuruyorlar. “Onların çocuklarından çoğunu öldürtecek ve yalnız kadınlarını sağ bırakacağız; Çünkü onların üzerinde gerçekten ezici bir gücümüz var” diyorlar. (127) Bu ayette geçen tehdit, yöntem, birçok egemenin yöntemidir. (Ermeni meselesi, Kürt sorununu hatırlayalım. “Onların üzerinde ezici gücümüz var.” derken mevcut sosyolojik durumun ezen ve ezilen taraflarını göstermek bakımından önemli bir ifadeyle karşı karşıyayız. Biz efendiyiz, onlar köle.)
– Musa’nın cevabı çok önemlidir. “Allah’a sığının ve bu dar günde sabırlı olun, gelecek Allah’a karşı sorumluluk bilincine sahip olanlarındır.” (128)Bu ayetteki sabır, direniş çağrısı çok değerlidir. Rabbimize yaslanmak her işin başıdır.
– İsrailoğullarının tavrı çok önemli: “Biz sen gelmeden önce de çok eziyet çektik, geldikten sonra da” dediler. (129) İsrailoğullarının kurtuluş teorisi bağlamında yeterli zihinsel çaba içinde olamadıkları ortada. Ezilenlerin özgürleşebilmeleri için vermeleri gereken bir kurtuluş mücadelesi olduğu gerçeğinden uzak bir toplum İsrailoğulları
– Musa böyle bir toplumu kurtarmaya ve onları ıslaha çalışıyor. Bu gerçek Türkiye İslamcıları tarafından anlaşılamamıştır. Mutlak manada tevhidi içselleştirme şartı uzun süre toplumla buluşup siyasal süreçler üretme şansını yakalamayı engellemiştir.
-“Vaktiyle hor görülen/güçsüz bırakılan insanları ise, kutlu kıldığımız ülkenin doğu ve batı taraflarına mirasçı kıldık.” (137) Ezen- ezilen ilişkisinin ne zaman birden tersyüz olacağını bilemeyiz.
– Kendilerini tamamıyla vahye, Musa’ya, Rabbe vermemiş bir toplum oldukları halde İsrailoğulları’nı Allah, Musa ve Harun Peygamberin önderliğinde kurtarıyor, onlara eski ülkelerini veriyor. Tabandaki bir değişim ve dönüşümle olan bir şey değildi bu. Siyasal önderliğin örgütlediği ve kararlılıkla takip ettikleri bir süreçti. Ezilenlerin yanında onlarla beraber yola çıkmak… Hz. Muhammed’in de Mekke’yi fetheden on bin askerini burada hatırlamakta fayda var. Yine burada Moğol hükümdarı Cengiz Han da hatırlanmalıdır. Siyasal önderlik örgütlü ve kararlı çalışırsa kitleleri mobilize edebilir. Hitler mesela… Bunlar hiç kuşkusuz Allah’ın yasalarıdır ve biz Allah’ın yasalarında değişiklik bulamayız. Dolayısıyla ıslah-ifsad çizgilerinin hangilerinde örgütleneceğimiz önemlidir.
– İsrailoğulları denizden geçtikten sonra putlara tapan bir topluluk görüyorlar, onlar gibi put yapmasını istiyorlar Musa’dan. Musa da şöyle diyor: “Siz gerçekten eğri, doğru nedir, bilmeyen bir toplumsunuz.” Bu vurgu yukarıdaki tezimizi destekliyor. Başlarında resul olduğu halde İsrailoğulları hâlâ eğriydi. Doğruyu içselleştirememişler. 138-141. ayeti hatırlamak lazım.
– “ve hani size dayanılmaz acılar çektiren; kadınlarını sağ bırakıp bölük bölük oğullarınızı katleden Firavun toplumunun elinden kurtarmıştık sizi!” (141) Bütün bunlara Rağmen Musa Peygamber kavmini terk etmiyor, onlara emek vermeye devam ediyor. Türkiye İslamcılığı ise bu konuda yeteri kadar tahammüllü olamadığı için asla kitleyle irtibat kuramadı. Bu açıdan Yunus Peygamberin sabırsız davranıp halkını terk etme örnekliği Türkiye İslamcılığında daha öne çıkan bir tecrübedir.
-Musa, Rabbiyle buluşmaya gittiği sırada kavmi bir buzağı heykeline tapmaya başlıyor. “İçimizden bir takım dar kafalıların yaptıklarından ötürü bizi yok edecek misin şimdi?” diye soruyor Musa Peygamber. (7/115) Bu, son derece önemli bir vurgu. Türkiye’de tekfirci-dışlayıcı süreçle bu tavrı birlikte düşünelim. Musa, her şeye rağmen toplumunu ıslah etmeye devam ediyor. Türkiye’de ise çok daha basit nedenlerle büyük kopuşlar yaşandı. Ezilen, bilinçleri köreltilmiş, zihinleri endoktrine edilmiş toplulukların ıslahı, olgunlaşması zaman alabilir; sabırlı olmak gerekiyor.
-Önce Musa’ya mucizevi işaretler eşliğinde Resullük görevi veriliyor. Rabbine karşı sorumlulukları hatırlatılıyor. Zaten Medyen’de Şuayb Peygamberden İslam’I öğrenmişti, bu şekilde pekişiyor her şey. Bu hatırlatma ve görevlendirmeden sonra verilen ilk emir çok ilginçtir ki doğrudan siyasal bir emirdir: “Firavun’a git!” “Çünkü o gerçekten her türlü ölçüyü çiğneyip geçti” Firavun oranın mutlak hükümdarıdır. Musa’nın yetiştiği sarayın efendisidir. (Birlikte büyüdüğü prens) Ezilen kavmin temsilcisi olarak Musa, zaten bu karşılaşma için hazırlanmaktaydı; kader/ talih/tarih her neyse Musa’yı bu karşılaşmaya doğru sürüklemekteydi. Resullük görevi yeni tevdi edildikten sonra hemen peşinden siyasal bir emir olarak Musa’nın Firavun ve onun önde gelen çevresine gönderilmesi siyasal muhatapların öncelenmesi, “balığı baştan kokutanlar”ın hedeflenmesi açısından mühimdir. İfsad yönetici sınıflardan başlar ve Resuller doğrudan, açık bir şekilde onlara giderler.
-Musa, yardımcı olarak kardeşi Harun’u istiyor. Allah da kabul ediyor. Nemrud’a karşı İbrahim’in yardımcısı yoktu. Şartlar, karakterler değişebilir; önemli olan asla geri kalmamak, bahanelere teslim olmamaktır.
-Musa Peygamberin İlk görevi şu; “sen ve kardeşin doğruca Firavun’a gidin yumuşak şekilde konuşun onunla belki aklını başına toplar en azından kendine gözdağı verilmiş olur.” (20/44) Bu evrensel mesaj/emir elbette ki bizim için de en büyük ölçülerdendir. Bir tağuta bile daveti götürmek, bunu yumuşak bir konuşma ile yapmak… Ama bunu yaparken de bu dünyadaki ve ahiretteki karşılaşmaları da bir tehdit olarak dile getirmek, bir gözdağı vermek…
-O ayetten önce “Beni anmakta üşengeç davranmayın.” deniliyor. Bu içsel disiplin, siyasal-dış görev arasındaki bütünlük anlamında çok önemli.
-“Ey Rabbimiz dediler, onun bize düşmanca davranmasından yahut azgınlıkta devam etmesinden korkarız.” Her türlü mücadelede korku, endişe mümkündür. Bunu yadsıyamayız. Ama Rabbimize dayanarak buna teslim olmamak durumundayız. “Ben” diyor Rabbimiz; “İşiterek ve görerek yanınızda olacağım.” Bu güven ve dayanak çok önemli.
-Firavun ve adamları “Ey Musa, sihrinle bizi yurdumuzdan çıkarmaya mı geldin.” diyor.
-Musa peygamberin sihirbazlarla bayram günü, halkın toplanacağı bir günü buluşma için seçmesi önemli. “Ahali toplansın.” diyor. Büyük bir özgüven, İslami hareketin tez ve söylemlerinin doğrudan kitlelerin önünde tartışılması, doğrudan muhataplara ulaşması önemlidir. Bizim eylemlerimiz de bu doğrultuda tartışılıp, değerlendirilmelidir. Meydanlarda ve yayın aracılığıyla halkla irtibat kurmak Nebevi bir yöntemdir. Siyerden öğrendiğimiz kadarıyla Hz. Peygamber de ilk çağrısını mini bir miting yoluyla gerçekleştirmişti; doğrudan ve aracısız.
-20/83 ayeti çok önemli. Kölelikten yeni kurtulan ve bu süreçteki derin yozlaşmanın izlerini üzerinde taşıyan bir halkın dönüşümü kolay olmayacaktır. Dolayısıyla “ezilenlerin pedagojisi” bağlamında bir süreç İsrailoğulları ya da benzer halklar için zorunludur. Bir diğer hakikati de burada tekrar etmeliyiz: Önemli olan ezilen bir halkı bir bütün halinde kurtarmaktır, ayrımsız, velev ki Zerdüşt olsunlar… Ama onlara hakikat anlatılacak… Tevhide yükselen bir yol tutulacak. Zaten Musa Peygamberin pedagojisinde dikkat çeken boyut burasıdır. Ayrımsız bir şekilde kurtarılmak istenen halkın tevhide yükseltilmesi, Âlemlerin Rabbi olarak Allah’a iman edilmesi… Dileyen Rabbine varan bir yol tutar.
-Rabbiyle buluşmaya biraz acele ederek giden Musa’nın yokluğunda Samiri’nin onun öğretisini sentezleyerek buzağı yapması ve insanların ona tapması birçok yönden derslerle dolu bir olaydır. Samiri’nin sentezci kişiliği 12 Eylülcüleri ya da demokrasi sürecini hatırlatıyor bize. Musa’nın yine de Yunus gibi kavmine topyekûn kızmaması, onları terk etmemesi önemlidir.
-Musa’ya “Şu zalimler toplumuna git!”
–12-14 (26. Sure) ayetlerinde Musa’nın endişesi dile getiriliyor. “Yalanlanmaktan, göğsünün daralacağından, dilinin dolaşacağından, suçlanmaktan dolayı kendisini öldüreceklerinden” korkuyor. “Benim yerime Harun’u görevlendir”, diyor.
-Firavun onu nankörlükle suçluyor. 22. ayette “başıma kaktığın iyilik İsrailoğullarını köleleştirmenin sonucu değil miydi?” Bu da tartışılması gereken bir gerçektir. Nedir bugünkü yansımaları düşünelim. Sizi okuttuk, size baktık diyor devletlû zevat. Halbuki bizim çocuklarımızı zorunlu eğitime tabi tutarak zihinsel sömürü uygulayanların hali Musa Peygamberin cevabıyla uyuşmuyor mu?
-Rabbin kim ey Musa deyince, O: “Göklerin, yerin ve bu ikisi arasında var olan her şeyin Rabbidir O.” diye cevap veriyor. Yani Tanrı’nın hakkı Tanrı’ya, Sezar’ın hakkı Sezar’a değil. No laisizm!
-Şuara Suresi’ndeki 53-58. ayetler çok önemli. Ezilen bir topluluğa duydukları kini açıkça gösteriyor. Bugün Kürt meselesinde de, Ermeni tehcirinde de benzeri yaşandı. Ya da işçi sınıfı içinde aynısını söyleyebiliriz. Nasıl olur da bu ayak takımı bizi adalete çağırabilir? Nasıl olur da bizim onlardan çaldıklarımızı geri isteyebilir? Nasıl olur da bir olan Allah karşısında hepimizin eşit olmasını isteyebilir? İşte egemenler bu korku ve panikle hareket etmektedirler ve bu hususta Allah’ın yasaları hiç değişmez!
-27/10 “Benim katımda mesaj taşıyıcılar için korku yok!” Musa peygamberim risaletinde korku vurgusu, ilk dönemlerde, biraz yer tutuyor ve bu anlamda önemli dersler verilmesine imkânlar sağlıyor.
27/14. Zihnen Musa’nın mesajlarının doğruluğuna inansalar da sırf zulmü kendilerine yol edindikleri için mesajlara karşı çıkıyorlar. Bu oldukça önemli.
-Firavun büyükleniyor; halkını kastlara, sınıflara ayırıyor. İyice hor görüyor alttakileri, erkek çocuklarını öldürüyor, kadınları sağ bırakıyor. [Bunu yukarıda ele almıştık. Şimdikiler zihnen ya da ruhen hepsini öldürüyor.]
-5. Ayet önemli: “Fakat biz istiyorduk ki, yeryüzünde hor ve güçsüz görülen kimselerden yana çıkalım, onların dinde öncüler olmasını sağlayalım, onları varis kılalım.” Mustazafların Rabbimiz katında öncelendiğini açıkça görebiliriz.
-Musa, kendi kavminden biriyle Mısırlı biri kavga ederken kendi kavminden olan kişinin yardımına koşuyor ve Mısırlıyı öldürüyor.
-28/32 “Rabbin tarafından Firavun ve onun seçkinler çevresine gönderilen bir elçi…” vurgusu önemli. Neden ileri gelenlere gönderiliyor elçi? Çünkü onlar halkı kastlara ayırmış, sömürmektedir! En alttakileri ezmektedir.
-28/36’da ilk tepki Musa’nın ölümlü beşer olması ve atalarının böyle bir şeyi miras bırakmamasıdır.
Haman’dan kule yapmasını istiyor. Sanki Allah belli bir noktada.
-Firavun’dan korkularına çok az bir topluluk imanını açıklıyor. Devrim sürecine kararlı bir şekilde devam edilirse geri kalanlar da imanlarını açıklayacaktır. Öncü olmak zor iştir.
–Musa da başta korkuyordu ancak mücadele içine girdikten sonra korkularından kurtuldu. Mücadelenin böyle bir etkisi vardır. Yeni inananların birden öne atılmalarını beklemek yanlış olabilir ancak Musa gibi onlara telkinde bulunulmalıdır: “Musa, ‘eğer Allah’a inanıyorsanız’ dedi, ‘eğer gerçekten O’na bağlanıp kendinizi O’na teslim etmişseniz, öyleyse artık güvenin O’na!” (10/84) Buradaki vaat mutlak dünya zaferi değil elbette. Nihai zafer ahret yurduna mütealliktir.
-10/85-86 inananların duası ve tedbirlilik ya da örgütlenme anlamında “Şehirde halkınız için bazı evleri sığınak edinin” (10/87)
10/88’de Musa’nın ilginç bir talebi var. Firavun ve çevresine zenginlik ve görkemin başkalarını Rabbin yolundan çevirdiğini söylüyor ve o zenginliği yok etmesini istiyor Musa, Allah’tan. Zenginlik ve görkemin bu sonuçları ürettiğini de dolayısıyla Kur’an Musa Peygamberin ağzından ifade etmiş oluyor.
-40/29 Firavun, kendisinin halka ve ileri gelenlere doğru yolu gösterdiğini iddia ediyor; her zamanki zalimler gibi.
-43/51-56 Firavun halkını, yaptığı propagandalarla ahmaklaştırıyor, endoktrinasyon sürecine tabi tutuyor.
79/15… “Arınmaya niyetli misin?” diye sor diyor Allah, Firavun’a. “Eğer istekliysen o zaman seni Rabbini tanıma mertebesine ulaştıracağım.” “Ezilenlerin Pedagojisi”nde Freire, ezenlerin de insanlaştırılacağı bir mücadele sürecinden bahseder. Bu, pratikte ne kadar bir karşılık bulabilir bilemeyiz ama Melike Belkıs, Ömer gibi örnekler var… En azından insan olan herkesin bir davet hakkıdır!
2/49 vd. Firavun rejimi kadınlarını sağ bırakıp erkek evlatlarını öldürüyorken Allah onları kurtardığı halde Musa peygamber 40 gün Rabbiyle görüşmek üzere Sina’ya gidince kavmi hemen inançlarından dönüp Samiri’nin buzağısına taparak nankörlük ettiği halde tevbe ettikleri için Allah onları affediyor. Bu durum öncülerle halk arasındaki ilişki biçimine harika bir örnek olmalıdır.
–Ümit Aktaş’ın romanda anlattığı olgunlaşma, arınma sürecini yaşıyor kavim. Aslında bu, Aktaş’ın her zaman üzerinde durduğu “yolda olmak” vurgusuyla da açıklanabilir. Safraları atmak, hataları yapıp tevbe etmek bu sürecin doğal parçaları olsa gerek…
-2/67-74, kesilecek sığır meselesi de böyle. Kölesi oldukları toplumun tanrısal nitelikler yakıştırılan varlıklarına olan meyilleri sürekli olarak ortadan kaldırılmaya çalışılıyor İlahi emirler tarafından. Buzağı sevgisi bu bağlamda çok önemlidir. İsrailoğulları, egemenlerin kutsallarından öylesine etkileniyorlar ki onları kendi kutsalları olarak kabul edebiliyorlar. Buzağı meselesi budur. Bugün 2012 Türkiye’si ve dünyasında yaşayan insanlar olarak kendimizin hangi buzağı sevgileriyle malul olduğumuzu sorgulamalıyız. Resmi ideolojinin kutsalları mıdır bizim buzağılarımız yoksa kapitalist tutkular mıdır?
-“Ey Rabbim, bana bahşedeceğin her hayra öylesine muhtacım ki!” diyor, Mısır’dan kaçıp Medyen’e sığındığında Musa; biz de öyleyiz ve Rabbimize öyle yakarıyoruz!
Haber: İlyas Çetin
Bir yanıt bırakın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.