Sendikal Mücadeleye Kurulan Tuzaklar / Ahmet Örs

1980’lerin başında neoliberal politikalar dünyanın birçok ülkesinde hız kazanırken en çok sendikaları hedefledi. Çünkü sendikalar emekçi kitlelerin, işçilerin haklarını savunan, sermayeye karşı halkı temsil eden yapılardı. Sendikaları geriletmek, sosyal politikaları tırpanlayarak daralan kapitalist çıkarları genişletmeyi amaçlayan neoliberal politikalar için son derece önemliydi.

ABD’den İngiltere’ye, Kore’den Tayland’a, oradan Türkiye’ye kadar birçok ülkede eşzamanlı ve eşgüdümlü olarak sosyal devletin yok edilmesi hızlanırken baskı ve tehditlerle işçiler sendikasızlaştırıldı. Türkiye gibi zaten darbe koşullarını yaşayan ülkelerde bu çok daha kolay oldu.

Kapitalizmin en vahşi aşaması olan neoliberal dönemde sendikalara karşı yürütülen bu politikalar sonucu emek hareketi iyice zayıfladı, emek mücadelesi devrimci taleplerinin çoğundan vazgeçerek büyük oranda sistem tarafından massedildi. Sermayenin haksız bölüşümüne direnme misyonuna sahip birçok sendikal örgütlenme zamanla işverenlerin yardımcısı rolüne düştü.

Sendikaların sadece bir dekor olacağı, hatta artık o kadar değer bile verilmek istenmediği bugün Türkiye ve dünya genelindeki uygulama ve niyetlerden açıkça anlaşılmaktadır. Kapitalistlerin politikalarını, yağma ve talanlarını sorgulayacak hiçbir organizasyon elbette kendilerince hoşnutlukla karşılanmayacaktır.

Vahşi çalışma koşullarının her geçen gün daha da arttığı, açlık ve yoksulluk sınırlarının altındaki çalıştırmaların egemenlerin vicdanlarında hiçbir anlam ifade etmediği günümüzde krizlerin faturaları çalışanlara çıkarılmakta, insanlar sermayenin kölesi olarak kabul edilmekte, sürece direnen hareketler baskı ve yıldırmalarla engellenmektedir.

Neoliberal tahakkümün emek hareketi üzerindeki muzafferiyeti hareketin Türkiye ve dünyadaki parçalanmışlığıyla elbette doğrudan alakalıdır. Kapitalist kuşatma altında geri çekilen ideolojiler şimdilik meydanı onlara bırakmış görünüyor. Bu durum pek tabiidir ki köklü bir özeleştiriyi zorunlu kılıyor.

Türkiye’deki sendikal mücadele dünyadaki durumdan çok farklı değil. 80’lerle birlikte sendikal mücadele 12 Eylül darbesiyle terörize edilmenin şokunu uzun süre üzerinden atamadı. Darbenin peşi sıra gelen hükümetlerin küresel neoliberal faşizanlığı Türkiye’de heveskâr bir şekilde uygulamaları sonucu sendikal mücadele güç kazanamadı. Bu arada sosyalist geleneğin örgütlediği sendikal mücadelenin söylemlerinde yer alan yanlışların halk nezdinde meşruiyet problemi doğurduğunu da belirtmeden geçmeyelim.

Sendikalarla ilgili çok önemli gelişmelerin arifesindeyiz. İşçi ve memur sendikalarını bugünlerde büyük tehlikeler bekliyor. Bu tehlikelere geçmeden evvel işçilerin ve kamu çalışanlarının ayrı yapılarda örgütlenmek zorunda kalmalarının sendikal mücadeleyi bölüp parçalayan bir olumsuzluk olduğunu vurgulamak gerekiyor. Bu dayatma pratik mücadele içinde aşılamazsa emek hareketi daha da zayıflayacaktır.

Hükümet, 4688 sayılı kamu görevlileri sendikalar kanunda 12 Eylüldeki anayasa referandumunda kabul edilen maddeler doğrultusunda değişiklik yapmak istiyor. Özgürlükleri genişletmek söylemiyle referanduma giden, referandum maddeleri arasına sendikalarla ilgili toplu sözleşme hakkı gibi maddeleri de koyan hükümetin yeni tasarıyla toplu sözleşme iddiasını kuşa çevirmek istediği anlaşılıyor.

Grevin olmadığı toplu sözleşme zaten kabul edilemezken yandaş sendikalarla iş tutmak arzusuyla yapılan değişiklik tam bir rezalete dönüşüyor. Tasarıya göre toplu sözleşme görüşmeleri Kamu İşveren Heyeti ile Kamu Görevlileri Sendikaları Heyeti arasında yapılacak. Sendika işkolları üzerinden değil de tek bir toplu sözleşme esas alınacak.

Mevcut duruma göre en büyük konfederasyon olan Memur-Sen heyet başkanlığının yanı sıra üç üyelik daha alacak. Kamu-Sen iki, KESK de bir üyeye sahip olacak. Böylece Memur-Sen yedi kişilik heyette toplam dört üyeye sahip olacak. Uyumsuzluk durumunda başvurulacak on bir kişilik uzlaştırma heyetinin yedisini hükümet doğrudan atayacak, iki üye Memur-Sen’den, birer üye de Kamu-Sen ile KESK’ten olacak. Bu durumda zaten hükümetin kendine yakın sendika ile birlikte son sözü söyleyeceği mizansende sendikalar sadece bir dekor işlevi görecekler.

Sendikalara karşı yürütülen son otuz yıldaki saldırıların yeni bir aşaması olarak görülmesi gereken bir tablo bu. AB ve diğer kapitalist ülkelerde demokratik bir hakmış gibi var sayılan ancak pratikteki karşılığı her geçen gün yok edilmek istenen sendikal mücadeleler Türkiye’de de aynı kaderi yaşıyor.

Emek hareketine dönük saldırılar sadece kamu sendikalarıyla sınırlı değil. İşçi sendikaları da 1 Şubattan sonra ciddi tehlikelerle karşı karşıya. Gerçek sendikalı işçi sayısının sekiz yüz binlerde olduğunu iddia ediyor bakanlık. Üç milyon iki yüz binlik bir sendikalı işçi sayısı olduğu sanılırken böyle bir rakamın ortaya çıkması muhtemel. İşkollarında yüzde on barajına ulaşamayan herhangi bir sendikanın toplu sözleşme hakkı olmadığından aslında sendikasız bir evre de bundan böyle işçiler için başlamış olacak.

Kamu kuruluşlarının hızla özelleştirilmesiyle zaten işçi sendikaları büyük üye kayıpları yaşamıştı. Özel işletmeler de sendikalı çalışan istemiyor, sendikalı olan işçileri işten atıyorlar. Dolayısıyla işçi sendikaları emekçileri örgütleyebilecek yeni ve etkili söylemler geliştiremez, hakça ve adil bir bölüşüm için yeni bir mücadele başlatamazlarsa bu gidişle yok olacaklar. Hükümetler de zaten bunun yolunu döşemekle meşgul.

Yeni bir sendikal mücadele anlayışına ihtiyacımız var. Özellikle İslamcı çevreler şimdiye değin ihmal ettikleri bir alan olarak sendikal mücadeleye adam akıllı eğilmek zorundalar. Toplumsal sorumlulukları bunu gerektiriyor ancak zihinsel, entelektüel manada buna hazır olmak zorundayız. Adaletsizliğin, zulüm ve sömürünün kol gezdiği bir dünyada esaslı bir siyasal muhalefet için son derece mümbit bir zemin olan sendikal mücadele ihmal edilirse egemen politikalar çok daha rahat hareket etme imkânı bulacaklardır.

Bağımsız sendikal mücadele kendini 4688 sayılı sendikalar kanunu gibi egemenlerin hukukuna göre sınırlayamaz. İkide bir keyiflerince değiştirdikleri kanunu referans alan bir meşruiyet bizim sadece kuklaya dönmemiz demektir. Bizim sendikal meşruiyetimizin temeli adil bir dünya talebimizdir.

platformhaber.net

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın