Sendika.org sitesinde İrlandalı yazar Richard K. Moore, “Kamusal eğitiminin devreye girmesinden sonra devlet ve aile, çocukluk dönemini forma sokma işini kontrolleri altına almak için yarışmışlardı – kültür sonraki kuşağa çocukluk döneminde aktarılır. Mikro idare post-kapitalist bir gelecekte, büyük olasılıkla toplumsal kontrolün “nihai çözümü” nü göreceğiz, yani Devlet çocukların yetiştirilmesini tekeline alabilir. Bu toplumda ebeveyn-çocuk arasındaki bağ ortadan kaldırılacak ve dolayısıyla genel olarak aile bağları yok olacak. Artık akraba kavramı olmayacak, kovanda sadece diğer üyeler bulunacak. Aile şeytanlaştırılmalı. İrlanda’da şimdiden ebeveynleri tarafından ihmal ve istismar edilen çocukların durumlarını dramatize eden TV spotları var…” diyor ve ironik bir değerlendirmeyle yazısını şu şekilde tamamlıyor: “Tüm sinir hastalıkları, bağımlılıkları ya da sapkınlıklarıyla insanların ebeveyn olabildiği, kapalı kapılar ardında savunmasız çocuklar üzerinde tam kontrole sahip olunduğu, eğitimsiz ve izinsiz çiftlerin bulunduğu o eski günler ne kadar korkunçtu! Ne olduğu bilinmeye çocuk istismarının yapıldığı mağaralar, şu ataerkil kölelik dönemi kalıntılar, nasıl bu kadar uzun süre var olabildi? Şimdi biz, eğitilmiş personel tarafından, disiplin ve sağlıklı değerlerin öğretildiği, bilimsel olarak yetiştirilmiş çocuklarla, ne kadar iyi durumdayız.” (http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=42280)
Çocukların, dönüştürülen aileleri ile birlikte bir şirket gibi çalıştıkları artık herkes tarafından biliniyor, her şey o kadar açık ve kabul edilmiş durumda. Moore’ın yazısında vurguladığı “toplumsal kontrol” son yüzyıllık dönemde gerçekleştirilen yaygın ve zorunlu devlet eğitimi ile zaten epeyce temellendirilmişti. Artık bugün değişen bir şey var ki o da modern kapitalist değerlerin mezun ettiği ebeveynlerin oluşu. Yeni ebeveyn tipi ailelerin şirketleşmesini çok daha rahat bir şekilde benimseyip uygulayabiliyor, aile mefhumunu çok daha gönüllü bir şekilde terk etmeye hazırlanabiliyor.
Dersane-okul-aile (otel niyetine kullanılan ev diyelim)sistemi kapitalist şirketin çokuluslu ortaklarına benziyor ve birbirlerini sürekli motive ederek tamamlıyorlar. Bu tamamlamadaki temel güdüleme öğrencilerin hakikat arayışından yüzde yüz uzak kapitalist kaygılardan başkasıyla oluşmuyor elbette. (Kur’an, Şeytan sizi fakirlikle korkutur, der.) Okulun, zaten toplumsal değerleri yeni kuşaklara aktarması bir yana onu tamamen parçalayan ve geleneksel bağlar yerine sahte ve sanal kimlik bağlarını öne çıkaran yapısı ile çoktandır mini şirketlere dönüşen menfaat temelli evliliklerin niyetleri örtüşüveriyor. Eğitimi para ve statü kazanmaya odaklayan kapitalist eğitim sisteminin zorunlu uzantısı olarak gittikçe yutan elemana dönüşen dersane sektörü bu koalisyonu tamamlıyor. Aslında okullar da sanal birçok kimlik verme misyonunu da terk edip bir dersane misyonu üstlenme arzusunu yakın dönemlerde iyice öne çıkarmış vaziyetteler.
Okulun, ana sınıfından itibaren çocuğu bloke eden karakteri insanlık için tehlikelerle dolu yeni dönemi işaret ederken yazardan alıntıladığımız bölüm tam da bunu ifade ediyor. Yaygın kamusal eğitimin neye hizmet ettiği çok önemlidir. Anne baba ve yakın çevre (akraba, mahalle vb.) bağlarından azade yetişen çocuğun kontrolünün devlete, dolayısıyla da egemen anlayışa devri çok rahat tamamlanıyor. Dini, toplumsal ahlaki erdemlerden uzak, tamamen yapay ve makinenin bugünkü doğasına uygun olarak eğitim sürecinin biçimleştirici formasyonu altında çocuklar kapitalist dünyaya karşı korunaksız kalıyorlar ve yutulacak bir av gibi tasarlanıyorlar.
Neoliberal dönemin en belirgin özelliklerinden biri de bireyin sınırsız özgürlüğü iddialarının tam karşıtı olarak içinde barındırdığı faşizan tutumdur. Bireyi bütün sosyal ve ailevi bağlarından kopararak sınırsız üretim ve tüketim sarmalının bir nesnesi durumuna getiren bu süreç fark ettirmeden bireyi kontrolü, sömürüsü altında tutuyor. Çalıştırırken de, kazandıklarını harcattırırken de kontrolü elinden hiç bırakmıyor. Cemaatinin, tarikatının, aile ve akrabalarının korunaklı dünyasından kopartılmış sahipsiz kişiler tüketerek mutluluğa koşullandırılmış robotlardan farksız bir şekilde yaşıyorlar. Sosyal dayanışma ağlarından koparılmış rekabet ve haz anlayışı ile yetişmiş bu insanların güdülenmesinden ziyade tamamen programlanmasından bahsedilebilir.
Ailenin olmadığı bir dünya Orwell’ın 1984 romanında bir öngörü olarak yer alıyordu. Aşkın yasaklanması gerektiği düşünülen faşizan bir yönetimden bahseder Orwell. Çünkü aşk, sorumluluk temelinde yükselecek, bazı değerleri beraberinde getirme ihtimali olan ve birlikteliği öne çıkaran bir duygu/süreçtir. Aşkın yasaklanması birlikteliğe vurulmuş bir darbedir. Her birliktelik egemen paradigma için bir tehdit oluşturabilme potansiyelini içinde taşımaktadır. Dolayısıyla aşk yasaklanmalı, insan soyunun devamı laboratuvar koşullarında gerçekleştirilecek ameliyelerle mümkün olmalıdır.
Ailenin ortadan kaldırılmasıyla ilgili bu anlatımlarla Matrix filminde benzerlik taşıyan sahneleri birlikte değerlendirelim. Orada da laboratuvar şartlarında üreyen insanlıkla ilgili anlatımlar vardır. Bugün kendi değerlerini gelecek kuşaklara aktaramayan aile yapısı ile roman ve filmlerde ya da başka anlatılarda tartışılan bu iddialar arasındaki korkunç bağ, süregelen büyük projeyi gözler önüne sermektedir. Yazarın alıntıladığımız ikinci paragraftaki ironisi aslında meselenin vahametini ortaya koymaya yetiyor. Bir yandan da yazarın -İrlandalı olması hasebiyle- İrlanda’da tvlerde “şeytanlaştırılan aile”den bahsetmesi trajik bir gelişmeyi işaret ediyor ve ailenin çocukların istismar edildiği bir vahşet dünyası olarak algılatıldığını vurguluyor.
Boşanan çiftlerdeki yaygınlık yukarıda ifade etmeye çalıştığım tabloyu pekiştirici bir işlev görüyor elbette. Bu durum, aileyi şeytanlaştıran yaklaşımların haklılık iddialarını kuvvetlendirici bir delil olarak sunulabiliyor. Hakiki şeytan olan modern kapitalist süreç böylece kurtarıcı bir melek rolüne bürünmüş oluyor. Yapılan yeni yasalar da istismar suçlamasını geniş ve spekülatif bir çerçevede ele aldığından neoliberal faşizanlığın gizli bir tehdidi olarak ailelerin tepesinde demoklesin kılıcı işlevi görüyor. Geçen yıl başörtülü ilköğretim öğrencilerin ailelerinin ellerinden alınabilecekleri tehdidini savuran yetkililerin pervasızlıklarını hatırlayalım. Son özgürlükçü(!)referandumda çocuk istismarı ve istismara uğrayan çocukların devlet tarafından ailelerinin ellerinden alınabilmesine imkân tanıyan maddeleri hatırlarsak bu sürece destek veren İslami çevrelerin zihinsel hazırlıksızlıklarını da memlekette esaslı bir muhalefet potansiyelinin oluşum imkânı bağlamında tartışmaya açabiliriz. Kemalist vesayetten kurtulma iddialarının yanı sıra adım adım küresel kapitalist vesayete ilerlendiği görülmediğinde yazıda bahsetmeye çalıştığım faşizanlığın farkına varılmayacak ve onun esiri olmak kaçınılmaz olacaktır.
MEB’in görev yapısıyla ilgili son değişiklik bütün bu anlattıklarımı tamamlıyor. Bakanlık artık ekonominin küresel rekabetçi şartlarına uygun öğrenci yetiştirmekten sorumlu olacakmış. Sanki bundan önce pek hayra alamet şeylerden sorumlu olmuş gibi! Yerel vesayetten küresel vesayetçiliğe atılan bu gizli ama kökten faşizan adım Richard K. Moore’ın işaret ettiği adımdır. Aslında bakanlık, adı konulmamış bir sürecin en sonunda adını koymuş oldu, her şey resmileşti. Kapitalist süreç, yalnızlaştırıp esir alma operasyonunda şimdi daha güçlü ve bunu yapanlar İslami geçmişi olan insanlar. İşin başka bir trajik yönü ise alttan alta ilerleyen bu dönüşümü büyük İslamcı iddiaların sahipleri olduklarını düşünen yapı ve çevrelerin görmez oluşudur.
platformhaber.net
Bir yanıt bırakın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.