Libya İsyan Sürecinin Öğrettikleri

Trajik Libya isyan süreci birçok açıdan karmaşık ve ibretlik fotoğraflar sundu bize.

Tahrir meydanından bambaşka taraflara savrulan Libya isyanında gelinen nokta büyük bir hayal kırıklığından başka bir şey değil. NATO müdahalesi ile batılı hegemonyanın yeni işgal biçimlerine son örnek olması bakımından fazlaca tartışılmayı hak ediyor; yaşananlar neoliberal süreci anlamak bakımından da önemli ipuçları veriyor.

Kaddafi’nin yerel diktatörlüğü NATO operasyonuyla sona erdi. Yerel diktatörlüğün sona erişi direnişçi denilen gruplar tarafından “tekbir”lerle karşılandı. Kaddafi’nin düşüşü isyancı gruplarca tekbirlerle karşılanırken, işgalci NATO müntesipleri tarafından da alkışlandı elbette. Tarihin bu cilvesi ilk kez yaşanmıyor. Ahmet Hamdi Tanpınar, Tanzimat’ın ilanının yabancı sefirlerin alkışı ve şeyhülislamın duası ile yapıldığını yazmıştı. Tarih yine tekerrür ediyor, Libya’da bu dilemma bir kez daha gerçekleşiyor.

Libya önemli bir petrol üreticisi. Batıda sıkışan kapitalizm için tam bir yağma alanı. Kaddafi, Atasoy Müftüoğlu’nun da ısrarla yazdığı gibi zalim ya da diktatör olduğundan değil, küresel sisteme eklemlenmediğinden cezalandırıldı. Meşruiyet sorunu da isyancılar aracılığıyla aşılmış oldu. Arap baharı denilen sürecin devrimci bir damardan ilerleme ihtimaline yapılan kritik ve sonuç alıcı bir müdahale ile karşı karşıyayız.

Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’da yaşanan halk ayaklanmaları, bir yandan içinde devrimci muhalif bir damarı barındırırken bir yandan da küresel neoliberal politikalara teşne bir durum arz etmektedir. Görünen o ki neoliberal politikalar bu süreçte inisiyatifi eline alıyor, alacak. Küresel kapitalizmin jandarması, vurucu ve yıkıcı gücü olarak NATO, kapalı rejimleri ortadan kaldırarak yeni ve bakir alanlarda sermayenin dolaşımına imkân sağlamayı amaçlıyor. Libya, bu amacın en azından şu anda gerçekleştirilebildiği bir cephe olması bakımından önemli.

Libya’da direnişçi denilen isyancıların İslami ve siyasi bilinçlerinin perişan vaziyette oldukları süreçle beraber ortaya çıkmıştır. İçerde hâllerine vâkıf olamadığımız irili ufaklı yapılar için bir şey diyemeyiz ancak UGK’yı (Ulusal Geçiş Konseyi) oluşturanların açıklama ve tavırlarına bakınca bu sefaleti görmek mümkün. Başkan Abdülcelil’in “Libya’da yasaların kaynağı şeriat olacak” minvalindeki sözleri trajikomik bir tablodan başka bir şey değil. Siyasi bilincin dumura uğramışlığının açık kanıtı olan bu açıklamaya karşın kimse katil NATO ve Avrupalı yağmacı müttefiklerin nerede durduğunu sormuyor. Sorsalardı eğer Abdülcelil muhtemelen NATO’nun ülkeden bir yıl gitmemesini talep ettiği beyanını tekrarlardı.

Libya isyancılarının “İslamcı” diye tanımlanması evrensel İslami hareket için de talihsiz bir durumdur. Bugün sağcılaştırılan, postmodern süreçte sadece bir alt kültürel birime dönüştürülen İslamcılığın ezilen kitleler için egemenlere karşı bir isyan bayrağı olma şansı/ihtimali giderek zayıflatılıyor. NATO ile el sıkışan İslamcıların varlığı İslami hareketler için en büyük intiharı ifade ediyor. Bu durum Türkiye’de hükümet dolayımında Libya’ya NATO müdahalesini savunan İslamcılar için de fazlasıyla geçerlidir. Kendi çaresizliğini hemen NATO’ya havale eden bir İslamcılık sadece zavallı bir duruşu ifade edebilir. Direnişçi olduklarını ifade edenlerin bedel ödemeyi göze alamayan hangi direnişçiliği öne çıkardıklarını çok daha esaslı ve cesur bir şekilde tartışması gerekiyor. NATO’dan en az bir yıl daha Libya’da kalmasını isteyen UGK mı direnişçi? Küresel hegemonik gücü getirip ümmetin bağrına saplayan bir harekete ne kadar direnişçi denebilir?

Libya’daki isyanın başka öğretici tarafları da var. Özellikle bölgede alternatif politikalar üretme iddiasındaki Türkiye hükümetinin manevra kabiliyetini kanıtlayan önemli bir gösterge oldu Libya isyanı. Başbakanın Libya’ya dönük NATO operasyonu ihtimaline itiraz eden tavrından şehirlerini üs olarak NATO’ya veren itaatkârlığına kadar geniş bir yelpazede ortaya koyduğu tavır değişikliği arabeskin “vefasız âlem” retoriğini fazlasıyla hatırlatan acı bir tablo oluşturuyor.

Çıkarların imanlıca öne çıkarıldığı bir vasatta iktidarda kalabilmenin temel yolunun ne olduğu böylece bir kez daha anlaşılmış olmalıdır. Suriye’den Libya’ya abartılı dostluk gösterileriyle başlayıp çıkarlarla sonuçlanan “vefasız” tavırlar kendi içindeki tutarsızlıkları alenen beyan etse de körelen bakışları sarsmaya yetmiyor. Son isyan süreçlerinin içerdeki tutarsız yansımaları da kriz içinde boğulup yolunu kaybeden İslamcıların medet umacakları limanlardaki trajik boğuluşlarından başkasını sunmuyor bize.

“Bu sıcakta sefere çıkmayın, dediler. Cehennem ateşi daha sıcaktır, keşke bilselerdi.” vahyî diyalogunun bugünkü karşılığı üzerine çokça kafa yormak icap ediyor. Şeytanın ayartmalarına kanıp batılı hak olarak görmenin vebali ve siyasi karşılığı hüsrandan başka bir şey olmayacaktır. Direnişin, yol bulup açmanın uzun soluklu bir sefer anlamına geldiği kavranılmadıkça hüsran derinleşecektir.

platformhaber.net

2 yorum

  1. “Libya’da aşırı İslamcı bir eğilim olmasından” korkup korkmadıklarının sorulması üzerine Ashton (AB Temsilcisi), ülkede yaşanan devrimle arzu edilen değerleri, demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğünü benimseyen bütün grupları desteklediklerini belirtti. Ashton, “Ülke kendi yolunu kendi belirleyecek” dedi.

    Abdülcelil ise, “Biz aşırı İslamcı bir ülke olmayacağız. Bizim İslamımız ılımlıdır” diye konuştu.
    Libya hükümetinin açıklanmasının neden geciktiği yönündeki soru üzerine Abdülcelil, gecikmenin ülkedeki aşiretlerin talepleri veya başka faktörlerle alakası olmadığını, deneyimli, milliyetçi ve doğru insanların bulunmaya çalışıldığını söyledi.

    Abdülcelil, “Başbakan Abdürrahim El Kib’in önümüzdeki hafta hükümeti açıklamasını bekliyoruz” dedi.

    (http://dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=183126)

Bir yanıt bırakın