Askerî Vesayetin Bitmesi Ne Anlama Geliyor?

YAŞ öncesi generallerin istifa etmesi ve bu istifanın ülkede siyasi bir kriz çıkarmaması, peşinden YAŞ toplantılarında oturma düzeninin değişmesi ve 30 Ağustos’ta bayram kutlamalarını cumhurbaşkanının kabul etmesi ülkede askeri vesayetin bittiği tartışmalarını da beraberinde getirdi. Türkiye’de darbeler dönemi bitmesine karşın askeri vesayetin hala bitmediğini söyleyenler bile YAŞ sonrasında vesayetin bittiğini söylediler. Ancak vesayet fiilen bitse bile vesayeti oluşturan hukuksal düzenlemelerin devam ettiği ve bunların da bir an önce kaldırılması gerektiğini dile getirenler de oldu.

Askeri vesayet gerçekten de bu ülkenin genetiğine işlemiş bir durumdu ve farklı boyutları olan bir konuydu. Türkiye’de sürekli darbe yapan, anayasalar hazırlatan, ülkenin en hayati konularında politikaları siyasetçilere ve topluma bırakmayan; ülkeyi yönetmeyi kendi asli vazifesi olarak gören silahlı kuvvetler, vesayeti garanti altına alacak bütün şartları oluşturmuştu.

Tek parti dönemi resmi ideolojinin bir vesayeti gerektirmeyecek kadar devletin tüm alanlarına hâkim olduğu bir dönemdi. Hem siyasal alanı hem de devlet bürokrasisini ele geçiren ve iktidarı kaybetme endişesiyle tüm toplumsal muhalefet yollarını tıkayan Kemalizm, elindeki bu gücü kullanarak ülkeyi kendi belirlediği bir modernleşme projesi üzerinden dönüştürmeye çalıştı.

19. yy. pozitivizminden ve vulgar bir materyalizmden fazlasıyla etkilenmiş ve bir modernleşme biçimi haline getirilmiş olan resmi ideolojinin ciddi bir toplumsal karşılık bulmaması bu ideolojinin temsilcilerinde zaten var olan bir algıyı sürekli güçlendirdi. Bu algı halkın gerici, cahil, çağdaşlaştırılmaya muhtaç bir halk olduğu algısıydı ve bu algı toplumun kendi dinamiklerini görmezden geliyor hatta bu dinamikleri yok etmeye çalışıyordu. Öyle ki devlet kendi varlık sebebini bile siyasal bir temel üzerine değil de “muasır medeniyet seviyesine ulaşmak” biçimindeki bir kültürel temele oturtmuştu.

Çok partili hayata geçilmesinden sonra resmi ideolojinin artık siyasi iktidarı ele geçiremeyeceğini, resmi ideolojinin taşıyıcısı CHP’nin serbest seçimlerle iktidar olamayacağını gören Kemalist egemenler 1961 anayasası ile iktidar alanını siyasi iktidar ve bürokratik iktidar olmak üzere ikiye ayırdı. Siyasi iktidar seçimle işbaşına gelen ve halkın kendisine ülkeyi yönetme yetkisi verdiği siyasi partilerden oluşmaktaydı. Bürokratik iktidar ise yargıyı ve üniversiteleri de yanına almış olan elinde silahlı bir güç bulunan askerdi. Çünkü seçimlerle iktidara gelen partilerin ülkeyi resmi ideolojinin araç ve yöntemlerinden farklı bir yöntemle, farklı bir proje üzerinden modernleştirmesi bir tehlike olarak görülüyordu.

Ahmet Çiğdem resmi ideolojilerin önemli özelliğinin medenileştiricilik misyonlarına asla kendilerini dâhil etmemelerini, kendilerinin ehlileştirilmesi yönündeki bütün teşebbüsleri engellemeye çalışmaları olduğunu söyler.* Bunu nedeni resmi ideolojilerin genellikle bir toplumsal tabana dayanmıyor olmaktan kaynaklanan dinamizm yokluğudur. Yalnızca devlet bürokrasisinin ve devlet tarafından beslenen aydınların bir inancı olan resmi ideolojilerin bir dinamizm üretememeleri onları katılaştırır.

Kemalizm de her türlü ehlileştirme çabalarını engellemiş, kendi dışındaki tüm ideolojileri bir tür düşman olarak görmüştür. Oysa Türkiye’nin siyasi tarihindeki muhafazakârlık, milliyetçilik ya da sosyalizm gibi diğer ideolojilerin hiçbirisi kendisini Kemalizm’den tamamen ayrıştıramamış hepsi içlerinde Kemalist bir damarı hep taşımışlardır. Türkiye modernleşmesinin sancılı karakteri de buradan kaynaklanmaktadır. Türkiye’deki siyasi ideolojiler halka yaklaşmak için kendi ideolojilerini, devlete ve bürokrasiye yaklaşmak için de Kemalizm’i kullanmış ve bu yüzden de özgün bir düşünce ve hareket üretememişlerdir. Türkiye’de iktidarın siyasi ve bürokratik iktidar olarak ikiye ayrılmış olması Türk ideolojilerinin yaşadığı bu şizofreniyi oluşturmuştur. İdeolojik şizofreni Türk ideolojilerinin en temel özelliğidir.

Askeri vesayet denilen durum ise işte bu bürokratik iktidarın siyasal iktidar üzerinde kurduğu baskı ve denetim mekanizmasıdır. Devletin; resmi ideolojiden ve onu oluşturan Kemalist projeden sapmaması, halkın yoldan çıkmaması için oluşturulmuş, anayasa ve yasalar tarafından garanti altına alınmış bir kontrol sistemidir. Ülke için neyin doğru ve yararlı olduğunu halka sormaya tenezzül bile etmeyen ve halkın itirazlarını da darbeler ve muhtıralarla bastıran bir baskı politikasıdır.

Tek parti döneminde CHP eliyle sürdürülen Kemalist modernleş(tir)me politikası, çok partili hayata geçildikten ve özellikle de 27 Mayıs darbesinden sonra asker tarafından devralındı. İktidar partilerinin Kemalist modernleşme dışında başka bir yola sapmasının ve böylece egemenliği kaybetmenin önüne geçilmiş oldu. Gerek 12 Mart ve 12 Eylül’de sosyalistlere gerekse de 28 Şubat’ta Müslümanlar karşı yapılan darbelerin nedenleri cumhuriyet ideolojisinin belirlediği modernleşme biçiminin dışında farklı yollar üretmesi böylece de Kemalizm’i işlevsiz bırakmasıydı.

Silahlı Kuvvetlerin Türkiye’deki fonksiyonu belli bir modernleşme paradigmasının sürekliliğini sağlamaktır. Yasaların orduya vermiş olduğu ve ülkeyi iç ve dış tehditlerden koruma görevi olarak tanımlanan görevde iç tehditten kastedilen şey aslında toplumu Kemalizm dışında farklı bir yolla modernleştirmeye dönük her türlü siyasal düşünce ve onun temsilcileridir. Cumhuriyet tarihi boyunca ülkenin iç tehdit algısının hiç değişmemesi ve her dönemde mutlaka birilerinin tehdit unsuru olarak algılanmasının nedeni de budur.

Bugün Türkiye’de askeri vesayetin bitiyor olmasının altında yatan neden ne siyasi iradenin gücü ve kararlılığı ne AB uyum yasaları ne de askerin kendisini demokratikleştirmesidir. Türkiye’de artık modernleşmiş bir toplum var. Hem de bunu resmi ideolojinin hedeflediğinden farklı bir şekilde ve

kendi dinamikleriyle gerçekleştiren bir toplum. Dolayısıyla artık ülke kendisini vesayet yoluyla yukardan aşağıya modernleştirecek bir kuruma ihtiyaç duymuyor.

Türkiye’de Silahlı Kuvvetlerin aynı zamanda da askeri vesayetin varlık nedeni ortadan kalkmıştır denilebilir. Yani askeri vesayeti ortadan kaldıran saik toplumsal değişimin kendisidir. Bu değişim 80’li yıllarda kentlileşmeyle birlikte başlayan bir süreçti ve 28 Şubat müdahalesi de bu değişimi geciktirmeyi amaçlamıştı. Fakat geciktirmek yerine süreci daha da hızlandırdı.

Askeri vesayetin bitiyor olması elbette ki olumlu bir gelişmedir. Vesayetin bitmesi aynı zamanda resmi ideolojinin de sonu anlamına geliyor. Kemalizm Türkiye’de tasfiye oluyor. Siyasal ve bürokratik iktidar biçimindeki parçalı yapı da bitiyor.

Ancak şurası da unutulmamalı ki siyasal alan boşluk kabul etmez. Kemalizm tasfiye olurken onun yerini alacak yeni iktidarın da ne olduğunun iyi anlaşılması lazım.

Hem ülkenin bu toplumsal değişimini hem de yeni iktidarın niteliğini de başka bir yazının konusu yapalım.

* Ahmet Çiğdem: Taşra Epiği, Türk İdeolojileri ve İslamcılık (İstanbul Birikim Yayınları, 2001) s.26

platformhaber.net

1 yorum

  1. Ne Kemalizm tasfiye oluyor, nede Kemal’ler bitiyor.. Geçiş süreci bu yaşananlar, her fırtınanın sonunda güneş mutlaka kendini gösterecektir. Hayal kurmaya devam edin siz ama…

Bir yanıt bırakın