Bu ülkedeki müslümanlar son yıllarda zihinsel olarak hayli özgürleşmeye başladılar.
Mesela TOKAD gibi bir kuruluşun Kürt sorunu ile ilgili yaptığı açıklamalar, 1 mayısta emeğe ilişkin açıklamaları çok değerli.
MAZLUMDER’in insan hakları alanına kattığı değerler malum, en çok da müslüman kadınlar umut vaadediyor, bu anlamda AKDER bu ülkede bir özgürlük mektebi olmaya başladı, “Buluşan Kadınlar”ın ana çatısını oluşturduğu Henüz Özgür Olmadık Platfomu ise benim gibi anarşistlerle, müslümanları, demokratları buluştururarak bu ülkenin demokratik vicdanını temsil ediyorlar. Bu manada Mithat Sancar’ın Müslümanların ana damarını oluşturduğu bir demokratik dip akıntısının varlığından söz etmesi, çok doğru bir tespit. Ancak bu yapılanmalarda gördüğüm belirgin bir zaaf var, o da liberal ve sol liberal anlayışların çekim gücünden etkilenmek. Bu emek ve doğa gibi eksenler üzerindeki neo-liberal anlayışın yani Altan Tan’ın güzel ifadesi ile “kayseri müslümanlığı” denen kapitalist tavrın piyasacılığı ile hesaplaşılmasına engel teşkil ediyor ve demokrasi adı altında başka bir totaliter ve de otoriter rejimin adım adım inşaa edildiğini görmeyi imkansız kılıyor. Ben AKP ile oluşan şeyin demokrasi değil yönetişim adıyla tamamı ile neo-liberal gerekleri yerine getirmekle yükümlü teknik idari bir mekanizma oluşturmak olduğunu düşünüyorum. O nedenle de AKP bürokrasi üzerinde egemen olmak istiyor ve bu alanda kendisine ayak bağı olanları alt ediyor.
Müslümanları anlıyorum 28 şubat başta olmak üzere bir çok süreçte solu karşılarında müttefik değil hasım olarak gördüler. Sol vicdanın nasıl dumura uğradığına, baskıya uğrayanın nasıl baskıcılaştığına bizzat tanık oldular. Dolaysıyla da bu süreçte kendileri ile dayanışan, kendilerine sahip çıkan ve demokrat tavırlarından ödün vermeyen-ABD konusunu hariç tutarsak-liberallerle bir etkileşime girmeleri gayet olağandı.
Ancak ben bu ülkede liberal iyimserliğin afyon etkisi yaptığı kanısındayım. Çünkü liberaller sürekli olarak ucunda demokrasi olan bir tünele girdiğimizi, dolayısıyla eksikleri olsa da AKP’nin bu tünel için en elverişli taşıt olduğunu söylüyorlar. Açıkçası, diğer güçleri gördüğümüzde bu partiden ve sahip olduğu siyasal görüşlerden hiç hazzetmesem de bu tespitleri çok da haksız bulduğumu söyleyemem. Ama siyaset tam da verili olana değil, verili olana rağmen, onun alanını ve sınırlarını aşacak bir iradeyi oluşturmaktan geçiyor. Bu nedenle ehveni şer gerçekçiliğinin bu ülkede çok daha demokrat ve eşitlikçi bir koalisyonun bizi daha olumlu bir sürece sokarak belki de dünyada şimdiye dek yaşanmamış bir sol deneyimin oluşmasına engel oluşturduğu düşüncesindeyim. Tam da bu nedenle “gerçekçi olun ve imkansızı isteyin” diyorum. Çünkü siyaset tam da olanaksızı hayata geçirebilme gücünü elde edebilmek için yapılan bir şeydir.
Ütopya Olmadan Olmaz
Açıkçası iki büyük devrimin yenilgisi ve sonuncusunun can çekişmesinin, dünyayı liberal gerçekçiliğin totaliter dünyasına mahkûm ederek faşist bir iklimin hayat bulmasına olanak tanıdığı düşüncesindeyim. Ekim devrimi ve ardından İspanyol Devrimlerinin son bulması, İran Devrimin baskıcı bir rejime dönüşmesi ile ütopya dünyadan elini ayağını çekti.Devrimler çağı kapandı, olan tek devrim piyasa fetişimine olanak sağlayan, şirketsel dmeokrasiye geçit veren turuncu devrimler. İnsanlar “bir başka dünya mümkün” demek yerine verili olan içinde ne yapabilirizi tercih etmeye başladı. Demokrasi kavarmının bir afyona dönüşerek kadife eldivenli bir diktanın varlığını gizlemesi de bu sürecin ürünü. Bununla ne kastettiğimi teknoloji ve tahakküm bağlamında daha sonra yazacağım.
Ben biçimsel demokrasinin artık sınırlarına gelip dayandığını, bu sürecin ya doğrudan demokrasi ile ya da faşizm ile başka bir sürece evrileceği kanısındayım. Halihazırda yaşanan demokrasi değil. Çünkü, bir, iktidar giderek siyasi bir olgu olmaktan çıkıp teknik idari bir mekanizmaya dönüştükçe siyasette sığlaşıyor ve bireyin atomlaştırıldığı kendi mahrem dünyasına hapsoluyor. Kitleler siyasetten giderek uzaklaşarak, siyasetçileri değil bürokratları seçiyorlar. Siyaset daha çok kimin yöneteceği meselesine indirgeniyor.
İkincisi ise neo-liberalizm denen şeyle birlikte yoksullaşma derinleşiyor ve yoksullar siyasetten dışlanıyorlar.Adaletin olmadığı bir yerde özgürlüğün de eksik kalacağını düşünürsek bu durumda iktidar ona en çok gereksinme duyanları iktidarsızlaştırıyor. Bugün dünyada 1 milyar insan aç, 100 milyon insan evsizken ve bu insanların siyaset denen şeye etki gücü sıfırken, hâlâ demokrasiden söz etmek bu kavramın anlamını tamamen kaybetmesidir. Tam da bu nedenle bir başka Anarşist sloganı hatırlamanın tam zamanı “hayal gücü iktidara”. Ütopyayı yeniden hayatımıza katmak ve siyaseti, kendi hayatımızı kendi istediğimiz şekilde belirleyebilme gücünü elde edibilmek için, hayal gücüne ve ütopyaya gereksinmemiz var. Bunun içinse mevcut hali ile liberalizme ihtiyacımız yok.
Dilaver Demirağ | Özgün Duruş
Bir yanıt bırakın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.