Sivas Olaylarının Asıl Failleri Doğru Tespit Edilmelidir!

2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas’ta meydana gelen olayların üzerinden geçen yıllara rağmen yanan ateş sönmedi. Sivas olaylarına misilleme olarak yapıldığı iddia edilen Başbağlar baskınının acısı da dinmedi. Bugün acılar üzerinden ve tek taraflı yürütülen tartışmalar; maalesef karanlık kalan birçok hususun üstünü örtmeye ve belki de halkın farklılıklarını kan davasına dönüştürmeye çalışan hâkim zihniyetin maksadına ulaşmasına hizmetten başka bir işe yaramamaktadır.

Ergenekon davası sürecinde yaşanan gelişmeler ve ortaya çıkan kirli ilişkilerin işaret ettiği bazı gerçeklerin herkes tarafından doğru değerlendirilmesi gerektiği kanaatindeyiz. Ne Sivas olayları üzerinden Alevi halkının acısının İslam karşıtlığına havale edilmesine; ne de Başbağlar üzerinden Alevilerin ve Kürtlerin hedef gösterilmesine müsaade edelim. Kendi doğal akışına bırakıldığında barış içinde yaşama iradesi sergileyebilecek halkı, bu tür müdahalelerle birbirine düşürmeye çalışan egemen zihniyetin taşeronları,  onların üstleri ve “derin” bağlantıları mutlaka deşifre edilmeli ve yargılanmalıdır.

Sivas’ta o gün yaşanan olayların birçok boyutu halen meçhullüğünü korumaktadır. Yaşananlar masum ve kabul edilebilir değildi. Buna karşın asıl faillerin teşhis edilmediği, bir tertip üzere toplandıkları ve kalemleri daha en başından kırıldığı anlaşılan insanların DGM’de adaletle yargılanmadıkları ve otelde hayatını kaybeden 33 kişiye karşı idamla yargılanan 33 kurban olarak seçildikleri de bellidir. Tanıklar, herkesin televizyonda izleyebildiklerinin dışında olayı aydınlatabilecek bilgiler vermezken, tutukluların inanç ve değerlerini tahkir eden ifadeler kullanabilmişlerdir.

Dikkat çekici bir başka husus da, o gün yaşananların “Anayasal düzeni zorla bozmaya kalkışmak” şeklinde tanımlanması ve 28 Şubat darbesine doğru giden yolda “irticai tehdit” konsepti içinde sunulmasıdır. Bu olay, süreç içinde psikolojik bir harekâtın unsuruna dönüştürülmüş, adeta Müslümanların inançlarından ötürü suçluluk ve savunma psikolojisine girmeleri istenmiştir. Halka karşı darbe yapanların yargılanmadığı bir ortamda, halkın darbecilikle suçlanabilmesi ise üzerinde dikkatle düşünülmesi gereken ibretlik bir hadisedir.

Sivas olaylarıyla ilgili kirli ilişkilerin gün yüzüne çıkmaya başladığı bir süreçte, halen faturanın yanlış adrese kesilmesinden duyduğumuz rahatsızlığı ifade etmek istiyoruz. Beklentimiz, halkı birbirine düşürerek ve farklılıklarından düşmanlık üreterek kendi çıkar düzenlerini koruma ve kollama amacıyla kullanmak isteyen asıl faillerin doğru teşhis edilmesidir; güç ve iktidar sahibi olanların, linç ve katliam politikalarını kitlelere mâl etme çabalarına karşı herkesin teyakkuz halinde olmasıdır. Tuzak kuranların tuzaklarına karşı birlikte tavır alması gerekenlerin, birbirini hedef almasından kimin fayda sağlayacağı sorusu akıldan çıkarılmamalıdır.

Türkiye’deki hâkim resmi ideoloji, bugüne kadar halkın farklılıklarından kaos ve şiddet ortamı üretmek için faydalanmış ve akabinde kendisini kurtarıcı olarak takdim etmiştir. Farklılıkları kamplaştırıcı, ötekileştirici bir siyaset izlemiş; hangi kesime karşı bir hamle yapsa suçlusunu ötekisi gibi göstermiş ve kendisi aradan sıyrılarak egemenliğini sürdüregelmiştir. Bu sebeple çağrımız ortaktır: Birbirimizin acılarını kendi çıkarları doğrultusunda kullanarak güç ve iktidar devşirmek isteyenlerin hilelerine aldanmayalım. Yine bu süreçte kendi özeleştirimizi de yaparak, bir sonraki tuzağa zemin hazırlayabilecek yargılarımızla, kaygı ve korkularımızla da yüzleşebilelim.

Bahsettiğimiz hususların Madımak Oteli’nin müzeye dönüştürülmesi yönündeki tartışmalarda da dikkate alınması gerektiğine inanıyoruz. Olayın gerçek yüzünün aydınlatılmadığı bir zeminde açılması istenen müzenin, adaletsizce yargılanarak mağdur edilmiş insanların ve ailelerinin acılarını pekiştireceği de göz ardı edilmemelidir. Beklentimiz, müze fikrinin yeni bir ayrımcılığa, duyarsızlığa ya da ötekileştirmeye zemin hazırlamamasıdır. Ve o gün gerçekleşen olayların ortaya çıkmaya başlayan asıl failleriyle yüzleşilmesidir. Herkesin kendi acısına yaslanıp, başka acılara duyarsızlaştığı zamanlarda bu tür sorunların çözümü için azami hassasiyet gösterebilmek zordur ama adalet de hepimizin üzerinde durması gereken bir temeldir.

Sivas’ı ve Başbağlar’ı, toplum mühendisliği yürütenlerin acımasızlığını unutmamak için hatırlamalıyız. Anma çabalarını, yanlış adreslere bilenme ritüelinden çıkartıp; ortak sorunlarımızı teşhis ve tedavi edebilme niyetiyle kuşatabilmeliyiz. Yasakçı, baskıcı ve tuzakçı zihniyeti yanlış tespit ederek, doğru çözümler üretemeyiz.

TOKAD

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın