Neden Adalet? Çünkü Allah Azze ve Celle El- Adl’dir

IMG_20160401_192616

TOKAD (Toplumsal Dayanışma Kültür Eğitim ve Sosyal Araştırmalar Derneği)’nde on beş günde bir Cuma günleri İ. Şinasi ULUDOĞAN’ın saat 19.00’da sunduğu  Kur’an Sohbetleri programı bu hafta “Neden Adalet” başlığıyla devam etti. Sohbetin öne çıkan başlıklarını ve özetini aşağıda bulabilirsiniz.

Hamd; göklerin yerin ve içindekilerin Rabbi olan Allah’a Salât ve Selam gönderilen Resullere, Nebilere, Şehidlere ve tüm muvahhitlere olsun.

15 gün önceki sohbetimizi genel olarak  “Neden Tevhid”  sorusunun cevabını vermeye ayırmıştık. Bu gün ki sohbetimizde de ağırlıklı olarak “Neden Adalet” Sorusunun cevabı vermeye çalışacağım.

Allah azze ve cellenin esmaül hünsasından biri olan “EL- ADL” sıfatı O’nun yaratmış olduğu her şey üzerinde bu vasfını tecelli ettirdiğinin açık delillerinden en önemlisidir diyebiliriz. Çünkü O yaptığı her işi belli bir ölçü ve takdire göre yapıp ettiğine göre adaletten şaşmadan bu şeyleri yaratıyor demektir. Yine ayrıca O yarattığı her şeyi en güzel şekilde tasvir ettiğinden ve yaratılış gayesine uygun bir pozisyonda yarattığından yine EL- ADL sıfatına uygun fiilde bulunmuş olur.

Allah azze ve celleden aksini beklemekte zaten mümkün değildir. İnsanların vahyin evrensel ilkelerinden uzaklaşarak çarpıttığı Allah yani yaratıcı tasavvuru yanlış olunca O’nun yapıp ettikleriyle de ilgili ipe sapa gelmez anlayışlar tezahür edebilmektedir.

Bunları toplumumuzun ve genel olarak da ümmetin içinde bulunduğu din anlayışı ve yaşantısını göz önüne getirdiğimizde ne derece tehlikeli ve aşılması zor bir anlayış olduğunu fark edebiliyoruz.

Allah’ın kulları üzerindeki yasasını belirleyen vahiydir. Vahyin ilk muhatapları ve uygulayıcıları da Resuller ve Nebilerdir. Onlar Allah’ın murat ettiği çerçevede vahyin önerilerini kendi nefislerinde ailelerinde çevre ve toplumlarında uygulayabilmek için yoğun bir mücadele içine girerler. Zira vahyin gönderilmesinin de Resullerin gönderilmesinin de temel nedeni yeryüzünün de itikadi anlamda Tevhid’den şirke sapılması, adalet ekseninden sapılarak zulme dalınması ve topluların zulüm içinde yok olmalarıdır.

Yeryüzünde bu anlamda en sağlam en sahih ve en genel adalet uygulayıcıları devlet olabilen Resuller ve onların yolunu sürdürebilenler olmuştur. Bunun dışında genel olarak bu iki ilke ekseninden uzak kalınmış her çağ ve mekânda iktidar olanlar hem itikadi anlamda hem de yaşantı anlamında ne tevhidi bir duruş sergilemişler ne de adalete riayet edebilmişlerdir. Dolayısıyla inançları her ne olursa olsun insanlık sürekli adalet arayışı içerisinde olagelmiştir. Kendi inançlarının sapkınlığının yanlışlığının ve çarpıklığının hem adalet arayışlarını hem de adalet talep ve beklentilerini boşa çıkardığını düşünmek gerekir.

Şöyleki; Allah azze ve celle insanların ekserisinin ortak koşmadan iman etmediklerini belirtir.12/106.

Allah’a ortak koşmak en büyük zulümdür. Lokman, oğluna öğüt vererek: Yavrucuğum! Allah’a ortak koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür, demişti.”31/13

 Zulmün olduğu yerde adalet olmaz. Allah’a ortaklar isnat etmek en büyük en mutlak ve sonsuz adalet sahibi Allah’a kulun adaletsizliği ve en kötü kadirbilmezliğidir.

Bu vaka ister istemez kişide kendisiyle başlayan ve düzeltilmedikçe de yayılan ve tüm alanları kaplayan bir duruma dönüşmektedir. Bu tip insanlar her hangi bir mal makam mevki ve yönetim de söz sahibi olduklarında kendi zihinlerindeki anlayışa göre hem kendi yaşamlarını hem de yönetimi altına aldıkları insanların yaşamlarını düzenlemeye onlar üzerinde otorite kurmaya yönelirler.

İşte tam da burada zulüm toplumsal bir hal alır her hangi bir saikten dolayı ses çıkartılmadıkça, itiraz edilmedikçe ve karşı konulmadıkça yaygınlaşır kanıksanır ve sıradanlaşarak normal bir hale gelir. Bundan sonra toplumları koyun gibi yönetmek daha kolay olur. Zira toplumlar egemen çevrelerce üretilen korku politikalarıyla sinirleri alınmış, uysallaştırılmış ve ötekileştirilmiş bir duruma sokulur. Haklı haksız her itiraz ve eleştiri otoritelerce karşı taraf olarak konumlandırılır ve böylece yine Kuranda Firavundan örnek verilerek açıklanan şu realite gerçekleşmiş olur.

“ Gerçek şu ki, Firavun yeryüzünde (Mısır´da) büyüklenmiş ve oranın halkını birtakım fırkalara ayırıp bölmüştü; onlardan bir bölümünü güçten düşürüyor, erkek çocuklarını boğazlayıp kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı.” Kasas /4

 

Aslında Adaletin tesisi zihinsel değişimi Rabbin istediği şekilde gerçekleştiren Resullerin ilk mücadele alanı olmuştur. İlk dönem surlerde bu çok net görülür.Kölelere özgürlük derken, diri diri toprağa gömülenlerin hangi günahtan ötürü gömüldüklerini sorarken hep bu eksen üzere hareket edilmiştir.Zira Adaletin olmadığı yerde yaşam insanlar için bir kâbusa dönüşür. Her şey karma karışık bir hal alır. İnsanlar çaresiz bir şekilde mevcut olanı kanıksayarak kendilerini bekleyen sona doğru giderler.

Adalet ekmekten sudan evladır aslında. Mekke’de ilk mücadele yıllarını hatırlayacak olursak ne demek istediğimiz anlaşılmış olacaktır. Bir ailede bir baba o aileyi adaletle yönetmiyorsa orada huzurdan mutluluktan barıştan esenlikten söz edilemez. Adalet Müslüman’ın en temel şiarıdır. Adalet olmadığı  her yer Müslüman’ın aaliyet alanıdır. Müslüman adaleti sağlamayan veya sağlayamayan her yönetime karşı muhalif duruş sergileyen ve herkes için her zaman ve her yerde adalet talebini ısrarla sürdüren ve bunun gerçekleşmesi adına Resuller gibi mücadele eden insandır.

…Sonuç olarak ana fikir olarak yani <tevhid ve adaletin> en esaslı bir şekilde anlaşılabilmesi şu aşağıdaki dikkat çektiğim konu olacaktır.

“Onlar, Allah’ı hakkıyla takdir edemediler. Oysa Allah güçlüdür, azizdir.Hac / 74
Allah azze ve celleyi Kuran’a göre tanımayanlar,Allah’ın Resullerini vahyinde tanıtığının dışında üretilen uydurulan bilgilerle tanıyanlar, sonraları tuttular Resulleri Allah’ın oğlu Allah’ın sevgilisi yaptılar.Tuttular Allah’ın insanlara insanca indirdiği vahyin, en güzel en sağlam, en net, en açık sözlerinin (Hadisinin) yanına Peygamberlerinin, peygamberlerin arkadaşlarının (Sahabelerin) âlim saydıklarının, efendilerinin, şeyhlerinin sözlerini koydular kattılar.Bu böyle olunca ortaya çoklu din ( şirk dini) çıktı. Musaya İslam geldi Yahudiliğe çevirdiler. İsaya İslam geldi Hıristiyanlığa çevirdiler. Hz. Muhammed’e İslam geldi onu da Sünniliğe Şiiliğe ve birçok mezhebe çevirdiler.
Oysaki vahiy “Kendisinde şüphe olmayan Allah’ın şüphe olmayan (hadisi) insana dair insanca olan ayetleri idi ve kıyamete kadar da muttakiler için yol gösterendi. Oysaki vahiy “En doğruya ileten idi. Oysaki vahiy Hud suresi birinci ayette belirtildiği gibi “Elif-Lam-Ra! Öyle bir kitaptır ki (bu), her hükmünde tam isabet sahibi ve her şeyden haberdar olan (Allah) tarafından, ayetleri şüpheden arındırılmış ve hayatta karşılığı olan doğru hükümlerle sabitlenmiş, dahası çok boyutlu ve anlaşılır kılınmıştır”.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın