Van depremi sahte söylemlerin açığa çıktığı bir süreci yaşatıyor.
Çoluk çocuk karın altında, incecik naylon çadırların içinde yaşam mücadelesi veriyor. Yanarak ölen çocuk sayısı her geçen gün artıyor.
Ekim sonundan bugüne çok zaman geçti ancak Vanlılar karakışın ortasında yalnız başlarına ve naylon çadırlarda soğuktan ya da yangınlardan ölmemek için mücadele veriyorlar.
Dünyanın en büyük ekonomilerinden biri olduklarını iddia edenler kendi halkları evsiz barksız kalınca bir prefabrik bile yetiştiremiyorlar.
Prefabrik yetiştiremezler çünkü depremzede halkın ekonomik değeri yok. Gsmh’ye katkıları buna değmiyor.
Prefabrikleri normal durumlarda zaten hazırlamış olması gerekenler on yıldır topladıkları deprem vergilerini de duble yollara yatırdıklarını söylediler.
Neoliberal dönemin para hırsına teslim ettiği bir dünya ve insanlık tablosunun siyasete yansımış biçimi… Hiç bu halden merhamet beklenebilir mi?
Madem kendilerinde hazır bekleyen prefabrikler yok, bir aylık süre içinde başka ülkelerden ithal edilemez mi?
Yoksa ekonomiyi şişiren ithalat kalemine ekonomik değeri olmayan prefabriklerin girmesinden hoşlanmıyorlar mı?
Halk bu çaresizlik ve ilgisizlik karşısında nasıl bir tepki vermeli? İslamcı yapılar bu işe ne demeli?
Şüphesiz ki gösterilecek tepki M. Akif’in “Kocakarı ile Ömer” şiirinde yer alıyor. “Ömer,” diyor yaşlı kadın, “biz burada açken İran’ı fethe çıkmış!” Hak veriyor kadına Ömer.
En büyük ekonomi büyük patronların kesesini daha da şişiriyor; Vanlı çadır ahalisinin elinden tutmaz.
Depremzedelere koşan İslami yardım kuruluşlarını, diğerlerini tebrik etmeli ancak meselenin siyasi tarafını nasıl tanımlıyorlar.
Bu ilgisizlik ve çaresizlik bir muhalefet üretmeli. Yardımların bilinci besleyen tarafları olmalı. Çaresizlik ve ilgisizlik devlet politikalarını eleştiren bir algılama, kavrama zemini oluşturmalı.
Çadırlarda yanan, can veren çocuklarla karda kışta çamaşır kurutmaya çalışan annelere yapılacak en büyük iyilik budur.
Keşke bilselerdi.
Bir yanıt bırakın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.