Türkiye “demokratikleşmiş” ve batılı değerleri benimsemiş, kapitalist kalkınma modeli yolunda mesafe kat etmiş bir ülke olarak sermayenin rahat dolaşımını amaçlayan küresel operasyonlarda batılı müttefiklerinin yanında gönül rahatlığıyla yer alan bir ülke profilini gün geçtikçe pekiştiriyor.
“Bölgesel abilik” hayali ABD ve NATO duvarına toslayan Türkiye, bugün bölgesinde yangının tam ortasına düşmek üzere. “Komşularla sıfır sorun” politikasından “bütün komşularla sorun” noktasına kadar gelen bir Türkiye ile karşı karşıyayız.
“NATO’nun ne işi var Libya’da!” çıkışından rekor bir hızla “u” dönüşü yapan bir kabiliyet elbette yedi-sekiz ay önce ortak bakanlar kurulu toplantısı yaptığı komşusunun karşısına batılı partnerlerinin arzuları doğrultusunda çıkabilecekti, nitekim çıktı da.
En ufak bir insan hakları meselesinde dışarıdan Türkiye’ye dönük eleştirileri “içişlerimize karışıyorlar” feveranıyla karşılayanlar bugün başkalarının içişlerine müdahale etmeyi “orası bizim de içişlerimizdir” temelsiz teziyle gerekçelendiriyorlar.
Esad ailesinin ne zamandır diktatör olduğuna ayamayanların bugün Suriye’ye karşı savaş pozisyonu almaları bu meselede kendi inisiyatiflerini tartışmaya açmayı fazlasıyla gerekli kılmaktadır. Suriye’de halk zalimleri devirecekse, bunu bedel ödemek koşuluyla da göze almışsa, bu onların tercihidir. O tercihe saygı ve dua, Müslümanlar olarak gereken her yardım boynumuzun borcudur. Ancak trajik Libya isyan süreci gibi yerel diktatörlüklere karşı küresel hegemonyanın operasyonuna gidecek bir yolda işlev görmek ümmet ve tarih hesabına affedilebilecek bir suç değildir.
Bugün Türkiye batılı direktifler uğruna ateşe atılmaya çok meyyal bir görüntü veriyor. Malatya’ya kurulacak füze kalkanının İran’ı hedef almadığını iddia eden hükümet yetkililerine en iyi cevap olası bir saldırıda ilk hedeflerinin Malatya’daki füze radarı olacağını ilan eden İran’dan geldi. Rusya’nın batı ve güney hattına NATO radarları için füze sistemi konuşlandıracağını açıklaması batılı dostlarının arzuları çerçevesinde Türkiye’nin içine atıldığı ateş çemberini yeterince açık etmektedir.
Füze kalkanı ile İran ya da Rusya menziline giren Türkiye, her geçen gün Suriye’ye karşı savaş/müdahale söylemi üreten bir siyaset takip ediyor. İnsana “bu ne şiddet, ne celal” dedirttirecek tarzda yükselen öfkeyi anlamak mümkün değil. Kendi iç sorunlarını sanki barış ve adalet içinde çözebilmiş, kendi halklarına bunun hesabını verebilmiş gibi başkalarına efelenmede duyulan arzunun şiddeti doğrusu insanı ürkütüyor.
Suriye halkının kendi devrimci dinamiklerine duymak istediğimiz inanç, sürecin uluslararası komplo ve operasyonlar neticesinde İran’a karşı şah çekmenin son adımını tasarlaması gerçeği gözlerden ırak tutulmadığında anlam kazanacaktır. Suriye İhvanı’nın başkanı sadece Türkiye’nin müdahalesini kabul edebileceklerini söyledi. Türkiye’nin de bir NATO üyesi olarak hangi görev ve misyonu ifa edeceği, bilenler için az çok açık olsa gerek. Kore’den Afganistan’a, oradan Libya’ya uzanan süreçte NATO ile hangi işleri çıkarttığımız ortadadır.
Kapitalizm için dikensiz gül bahçesi yaratmak isteyen küresel taleplere karşı halkların ayağa kalkması icap ediyor. Aksi bir durum bütün geleceğimizin küresel hegemonyanın inisiyatifine terk edilmesi olacaktır.
Bir yanıt bırakın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.