Başkalarının Acılarına Bakmak

şule
TOKAD seminerleri sürüyor. Bu hafta Şule YILDIRIM, Susan SONTAG’in “Başkalarının Acısına Bakmak” kitabını değerlendirdi. YILDIRIM, giriş konuşmasında “Özellikle Suriye’deki emperyalist müdahale sonrası artan iç savaş sonucu sosyal medya ve video paylaşım sitelerinde vahşet görüntüleri daha çok gözümüze sokulmaya başlandı. Işid’in veya başka grupların servis ettiği bu görüntüler ve videolar, savaşın sanal alemde de devam ettiğini gösteriyor. İnternet üzerinden yapılan enformasyon bombardımanı aynı görüntüyü birden fazla grubun kendini haklı çıkarmak için kullanması, ve bilgi kirliliğinin katlanılamaz seviyeye gelmesi Sontag’ın kitabında değindiği bazı noktaları daha iyi kavramamız için bazı veriler sunmuştur.” şeklinde değerlendirmelerde bulundu

Seminerde öne çıkan başlıkları ve konunun özetini aşağıda bulabilirsiniz:

Erkek olsun, kadın olsun insanları birleştirebilecek bir şey varsa o da barıştır.
Savaş, barbarlıktır, uğursuzluktur, ne pahasına olursa olsun durdurulmalıdır. Savaşların durdurulabileceğine kim inanır? Hiç kimse. Savaş yasaları denilen bir olgu bile vardır. Ancak önemli olan savaşı durdurabilme umudunu taşımaktır.
Bütün barış çabalarına rağmen, 2. Dünya Savaşı patlak verdiğinde bazı kesimler dünyada sanki hiçbir şey olmamış gibi davranırken, savaş bütün insanlığın gözü önünde cereyan etmektedir.
Savaş parçalayıcıdır, yakıp yıkar, insani hasletleri de yok eder.
Yazar, fotoğrafa vurgu yaparak sadece fotoğraflarla savaşa karşı çıkılıp, çıkılamayacağını sorgular, insanlara her şeyin sıradanlaşmış, normal geldiğini söyler, Kimden ne şekilde gelirse gelsin bütün vahşetlere karşı çıkılması gerektiğini ifade eder.
Artık savaşlar günlük hayatımıza girmiştir ve ülkeler şiddet yoluyla kültürlerini yaymaya çalışırlar.
Fotoğraflar zihnimizde belleğimizde önemli bir yer tutar. Fotoğrafçı bize bir çerçeve çizer ve bizim algıızı yönlendirmeye çalışır. Fotoğrafı sadece bir görüntü yansıması olarak göremeyiz, onun altındaki neden ve sonuçlarıyla değerlendirilmeye çalışılmalıdır
Hiroşima ne Nagazaki bize bu konuda bir çok veri sunar. Fotoğrafa yüklenen anlam , bizim bakış aşımızı da belirlemektedir.
Kimse vahşet dolu bir fotoğrafı normal bulamaz. Normal olarak değerlendirmek, vahşi ve insanlık dışı bir şey olur.
Eziyet çekmenin önlenemez bir durum olduğuna inanan duyarsız insanlar gnümüzde gittikçe çoğalmaktadır.
Fotoğraf çizdiği çerçeveyle bazı gerçekleri dışarda bırakmaktadır. Suriye’deki emperyalist müdahale sonrası çıkan iç karışıklıkta bu dezenformasyon daha iyi müşahade edilmiştir.
Da Vinci sanatçının cesaretli, acımasız olması gerektiğini belirtir. Ama savaş fotoğrafçılığının bir sanatçılık olup olmadığı tartışılabilir. Savaş fotoğrafçısı gözü önünde meydana gelen olaylara müdahale etme veya tarafsız kalıp sadece görüntüleme konusunda çelişkide kalmaktadır . Bunun insani ve vicdani olarak tartışılması gerekir
Savaşların veya diğer toplumsal olayların fotoğraflarla desteklendiği, görüntülendiği zaman bellekte daha fazla iz bıraktığı bir gerçektir.
Tekrarlanan şiddet görüntüleri insanda duyarlılığın körelmesine tepkisizliğe neden olur. Şefkat duygusu eğer hayatımızda bir değişiklik meydana getirmiyorsa bizi kalpsizleştirir, bizi sıradanlaştırıp dar kafalı insanlar halie getirir.
Her geçen gün, vahşetler, iğrençlikler, bar-barlıklar dünyayı daha da yaşanmaz hale getiriyor,
Hiçkimse kendi acısının başka bir acıyla kıyaslanmasını istemez. Bosna savaşında Bonaklar da kendi acılarının bütün dünyaya duyurulmasını istiyorlardı. Bu vahşetin ölümsüzleştirilmesini istiyorlardı. Büyük egemen devletler başka halkların acılarına duyarlıymış gibi davranırken, kendi yaptıkları soykırımlarla, vahşetlerle yüzleşmekten her zaman kaçınmışlardır.
Kalpsizlik ve hafıza kaybı birbirine paralel devam eden bir süreçtir. Savaşı yaşamış olanlar, mağdur olanlar ve haklı olanlar aynı insanlardır.
Amerika bu anlamda karanlık geçmişiyle yüzleşememiştir. Avrupa ise acılar, travmalar, savaşlar ve yıkımlar yaşadığından insani anlamda bir adım önde görünmektedir. Fakat Bosna savaşı gibi Avrupanın ortasında gerçekleşen bir kıyıma katledilenler Müslüman olduğunda, duyarsızlık devam etmektedir.
Son olarak Susan Sontag, kendini bir edebiyatçı olarak tanımlar ve edebiyatın bizden olmayanlara karşı daha hassas davranmaya ittiğini söyler. İnsanları duyarlı olamaya sevkettiğini ve davranışlarımızı şekillendirdiğini söyler. Edebiyat özgürlüğün ta kendisidir, bize yeni kapılar aralar ve bakış açımızı değiştirir der.

>

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın