Adalet olmadıkça dünya bir zindana dönüşür

 

TOKAD, “Ramazan ve Kur’an” sohbetlerinin beşincisinde Ahmet Örs, “Adalet/adil olmak ve kardeşlik” temalı ayetler üzerinde durdu. Sohbette yapılan vurgu ve değerlendirmeler şu şekilde:

Kur’an’ın rolü

– Kur’an-ı Kerim insanı sahipsizlikten kurtaran, ona yol arkadaşlığı yapan, yolunu ve yüreğini aydınlatan bir kitap. İnsan, Kur’an’la ne kadar hemhâl olursa bir gücen duygusuna kavuşuyor; ne yapacağını, nerede duracağını kesinlikle daha iyi biliyor. Kur’an’dan uzaklaştıkça eli ayağı birbirine karışıyor, kafası belirsizliklere teslim oluyor.

Yeryüzünde adaletin yerleşmesi için yaşıyoruz.

“De ki: Rabbim bana adaleti emretti. Her secde edişte yüzünüzü O’na doğrultun ve dini yalnız kendisine has kılarak O’na yalvarın. Sizi ilk yarattığı gibi O’na döneceksiniz.” [Araf Sûresi, 29]

– Adalet vahye dayanmalıdır. Vahiyden uzak adalet tezleri eksik kalacaktır. Elbette insanların fıtrî yönelimlerinde adalet adına çok büyük erdemlilikler vardır ve biz bunları kabul ederiz ancak vahiyden kopuk zihinsel/imanî tercihlerin adalet anlayışında maluliyetler olması mümkündür. Adalet dinin merkezidir, yeryüzüne dönük temel mesajıdır. Adaleti çok boyutlu olarak, her türlü toplumsal ilişkide, bireysel olarak kişilerin iç dünyalarındaki dengede arayabiliriz.

– “Adaleti hangi temele oturtacağız?” sorusunun cevabı biz Müslümanlar için vahiydir. Vahiysiz bir adalet anlayışını müslümanlar olarak kabul etme durumunda değiliz. Fakat müslümanlar dışındaki kişilerle de adalet temelli birlikte hareketlerde bulunabiliriz ve onlara kendi adalet anlayışımızı kabul ettirmeye zorlayamayız. Mavi Marmara örneğinde müslümanlar ve müslüman olmayan birçok insan sırf adalet için birlikte Gazze için yola çıkmışlardır. Bu müslüman olmayan insanlar da adaletli tavrıyla erdemli bir tavır sergilemişlerdir. Vahiyle irtibatı zayıflamış adalet anlayış ve duygusu yaşamın birçok alanında açıklar verecek, bunlar da başka bireysel ve toplumsal problemleri beraberinde getirecektir. “İnancınızdan dolayı size karşı savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan sürmeyenlere gelince, Allah onlara iyilik yapmanızı, nezaketle ve adaletle davranmanızı yasaklamaz çünkü Allah adil davrananları sever.” (Mümtehine Sûresi, 8) ayetini de bu çerçevede değerlendirmeli, Mavi Marmara hadisesinin muadili olacak uygulamalar için Müslümanlar olarak “kendine değil, herkese müslüman” ilkesiyle bu ayeti rehber edinmeliyiz.

“Allah adaletle davranmayı, iyilik yapmayı, akrabaya bakmayı emreder; çirkin işleri, kötülüğü ve azgınlığı yasaklar.” [Nahl Sûresi, 90]

– Adalet yeryüzündeki bütün ilişkilerin temellidir. Anne babanın çocuklarına davranışlarından tutun da bir öğretmenin öğrencilerine vereceği nota kadar adalet hayatımızda yer alır. İşçi-işveren ilişkisinden insan-tabiat ilişkisine kadar diğer birçok alanda adalet yaşamsal münasebetlerin temeline yerleştirilmedikçe yeryüzünde ifsat, yozlaşma kaçınılmazdır.

– Oruçluyken sabır eşiği düşüyor ve aç oldukları için en ufak durumda insanların öfkesi ortaya çıkıyor. Yoksul insanlar ise her zaman açlar, çaresizler ve o yüzden hep öfkeliler. Açlığı sadece midenin doyup doymaması bağlamında ele alamayız. Onurlu bir şekilde yaşayabilmenin bütün gereklerindeki eksiklikler olarak ele almalıyız bu mevzuyu. Çaresizliklerin toplamı olarak değerlendirmeliyiz burada açlık kavramını. İsteyip de, gerekli olup da bir şeye ulaşamamak, onu temin edememek… Oruç bu çerçevede yoksulları daha iyi anlamamızı sağlıyor.

Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. [Nisa Sûresi. 58]

– Bu ayet en çok bilinen ve dile getirilen ayetlerdendir. Sanırım adalet ihtiyacı, adalet talebi bu ayetin çokça dillendirilmesine sebebiyet veriyor. Bu da tersinden ele alınması gereken acı bir gerçek.

– Peygamberimiz tabuları yıkan bir insandır. 21 yaşındaki Üsame’yi de ordunun başına getiriyor, İslam’la tanışmadan önce asilzade olan bir sahabeyi de. Eşitliği, dengeyi, adaleti sağlamak istiyor; bir ayrım gütmüyor. Mesela Üsame’nin komutan olmasına itirazlar başlıyor ancak Peygamberimiz bunları reddediyor. Kıdemli sahabeler, tecrübeli sahabelerden bazıları “Resulullah başımıza bir çocuk atadı” diye söylenebiliyorlar. Allah Resulü de, çocuk da olsa, babası azatlı bir köle de olsa, eşitliğe vurgu yapan, liyakati esas alan bir uygulama yapıyor. Önemli olan işin ehli olmaktır. Yaş farkı müslümanlar topluluğu için tek başına önemli bir etken değildir. İşte daha sonra maalesef müslümanlar saltanata döndüler. İşi ehline vermeyi ter ettiler, mütegallibe bir aileye iktidarı teslim ettiler. Onlar da adaleti tümüyle terk ettiklerinden, işte Emeviler örneğinde olduğu gibi, işte Sıffin ve Cemel vak’aları örneğinde olduğu gibi müslümanlar arasında ifsat yayıldı.  Ahmet Akbulut’un “Sahabe Devri Siyasi Hadiselerinin Kelami Problemlere Etkileri” kitabı bu çerçevede okunması gereken mühim bir kitaptır.

– Peygamberler postacı değillerdir. Zarfı bırakıp giden bir postacı gibi değillerdir, zarfın içindekilerden yani vahiyden kendileri de sorumludur. Adaletle hükmetmek, gelen mesajı öncelikle yaşama geçirmek, onun sarsıcı sorumluluğunu, tabu kırıcılığını yapmak evvela onların işidir.

“Eğer inananlardan iki grup birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltin. Eğer biri ötekine karşı haddi aşarsa, Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar haddi aşan tarafa karşı savaşın. Eğer dönerse, artık aralarını düzeltin ve onlara adaletli davranın. Çünkü Allah, adaletli davrananları sever.” [Hucurat Sûresi, 9]

– Müslümanlardan iki topluluk savaşırsa -ki bu da insan olmaktan dolayı maalesef hem geçmişte oldu, hem şimdi de olabiliyor- Allah’ın buyurduğu gibi yapmalı; anlayıp dinlemeden ön yargılarımızla hareket etmemeliyiz. Bir mahkeme kurulmalı ve adil şahitler bulunmalıdır. Allah’ın ne kadar barışçıl bir öneride bulunduğu bu ayette görülüyor. İnsanız ve insanlar arasında tartışmalar olabilir. Bu ayetten kısa bir süre sonra da Cemel ve Sıffin olayları yaşanmıştır. Doğrudan tekfir etmek ya da anlayıp dinlemeden bir tarafta yer almak doğru değildir. Yakınlarımız ya da düşmanlarımız olsa da taraflar arasında adaletle hükmetmemiz istenmektedir. Zor bir imtihan.

– İnsan ikileme düştüğünde bunalır ve onlara vahiyle birlikte tavsiyeler verilmelidir. Ne yapacağını bilemeyen kişilere yol gösterir Kur’an.

“Ey iman edenler! Allah için adaleti ayakta tutan gözcüler olun. Bir topluluğa olan öfkeniz sizi adaletsizliğe sevk etmesin.” [Maide Sûresi, 8]

– Cenabı Allah müthiş bir merhamet ve adalet vurgusu yapar bu ayette. “Allah’tan sakının, Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” der Kur’an. Gizlediklerinizi de açığa vurduklarınızı da Allah bilir. Kimse yokken de adaletten ayrılmamaktır önemli olan. Medine’de pazarda malları dışardayken müslümanlar mescitte olurlardı. Çünkü orası emin bir şehirdi. Bugün hala o özellikleri kısmi olarak devam ettiren yerler var ancak genel anlamda insanlım o eminlik halini, duygusunu yitirdi maalesef.

– Bir yönetici cenazede Kur’an okuyor ancak okuduğu Kur’an’daki ayetlerin anlamını idrak edemiyor.  Kur’an’ın ne dediğine odaklanalım. 11000 dolar olduğu iddia edilen kişi başına düşen yıllık gelire göre 4 kişilik bir aileye her ay 7500 lira düşmesi gerekiyor. Fakat herkese aylık 7500 lira düşüyor mu? Bugün devletin kendi resmi verilerine göre milyonlarca insan açlık sınırının altında yaşıyor. Milyonlarca insan 800 lira ile geçinirken bir yönetici cenazede Kur’an okuyor fakat adil olun ayetlerini okumasına rağmen onları anlayıp adil bir düzen kurmuyor. İnsanlar da anlayabileceğimiz bazı nedenlerden dolayı şekilsel olarak yapılan bu okumaları yüceltiyor, asırlardır yaptıkları gibi maalesef. İşin özüne inemiyoruz bir türlü.

– Kur’an’ın içinde ne yazdığına odaklanalım. Bu ayetleri ölülere değil dirilerin dünyasına okuyalım. Yasin Sûresinde Rabbimiz Kur’an’ı diriler için gönderdiğini beyan ediyor lâkin müslümanlar hem de aynı sûreyi ısrarla ölülere okumaya devam ediyorlar.

– Adalet olmadıkça dünya bir zindana dönüşür.

Kardeşlik

“İnananlar kardeştirler.” [Hucurât Sûresi, 10]

– Tekâsür sûresinde “bir aç gözülük saplantısı içindesiniz, mezarlarınıza girinceye dek süren.” Ayeti ile insanlardaki mülk düşkünlüğü vurgulanır. Ancak, mesela köylerimizden biliriz, köylerdeki kardeş kavgalarının sebeplerine bakıldığında toprak, ağaç, bahçe gibi nedenlerdir. Kardeşler bir ağaç yüzünden dahi birbirlerine küsebilirler ta ki birinin ölümüne kadar süren küslükler biliyoruz. Cenazeyi defneden yine kardeşidir. Mal hırsı kardeşliğin önüne geçmiştir.

“Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah’ın sizin üzenizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp ısındırdı ve siz O’nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar.” [Âl-i İmrân Sûresi, 103]

– Burada, “Topluca Allah’ın ipine sarılın ve Allah’ın size olan nimetini anın” der. Hısım akraba olmadığımız halde bizi burada birbirimizle tanıştıran, buluşturan vahiydir. “Sizler düşmandınız, o sizin gönüllerinizi uzlaştırdı ve onun nimeti sayesinde kardeş oldunuz.” Müslümanlar dayanışma içinde olmalıdır. Sadece müslümanlara değil, yoksula yolda kalmışa din farkı gözetmeksizin yardım etmeliyiz. Onları o duruma düşüren sistemlere karşı durmalıyız.

– Malımızı, varlığımızı, ekmeğimizi, alın terimizi, canımızı, rahatımızı paylaşarak dayanışacağız. Kapitalizm ise bu düzenin tam tersidir. Orada dayanışma yerine yıkıcı bir rekabet vardır. Seyyid Kutub’un Yoldaki İşaretler kitabının ilk cümlesidir: “Bugün insanlık cehennemi bir uçurumun kenarındadır.” Uçurumun dibi ateştir. Asıl insanı yakıp kavuracak şey o sıkıntılı durumdan kurtulamayacak olmasıdır. Âl-i İmran 103. ayet insanlığa bir kurtuluş çağrısıdır.

Haber: Sedanur Tokel

 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın