İslamcılık Bitti mi? / Ahmet Örs

İslamcılık bitmez. İslamcılıkla ilgili birçok tanım ve tahlil yapılabilir  ancak onun ölümünü ilan etmek başka bir şeydir. Berlin duvarının çöküşüyle de başka ideolojilerin ölümü ilan edilmiş, kapitalist dünyadan başka bir seçenek kalmadığı söylenmişti.

İslamcılığın zayıfladığı, yerel ve genel meselelerde çözüm üretemediği, bazı kollarıyla iktidar yapılarına eklenerek çözüldüğü söylenebilir, söylenmelidir ancak onun tümden ölümünü ilan etmek başka bir şeydir, belki bir niyetin açığa çıkmasıdır.

Müslümanlık/İslamcılık kavramlarının tercihi tartışmaları İslamcılık/İslami hareket kavramları üzerinden de sürdürülebilir. İslam’ı siyasal ve sosyal mücadelenin temeline alan hareketler için sıfat olarak kullanılacak kavramlar tabii ki önemlidir ancak asıl önemli olan o hareketlerin İslam’dan kalkarak neler söyledikleri, hangi sosyal mücadele tarafında durup hangi düşünsel zeminde ilerledikleridir.

Bugün büyük bir krizle karşı karşıya olduğumuz su götürmez bir gerçek. 28 Şubatın terbiye ettiği genel İslamcı havzadan egemenlerce AKP iktidarı devşirildi. AKP iktidarı da ister istemez çok hızlı birşekilde devlet yapılanması üzerine oturan İslamcı yelpazeyi büyük bir şaşkınlık ve akabinde yozlaşmayla karşı karşıya bıraktı.

AKP iktidarı en çok hangi İslamcı kanadı içine alarak dönüştürdü ya da Türkiye’de yer alan İslamcı yelpazenin hangi ana ve ara renkleri var? Bu önemli bir soru çünkü İslamcı oldukları iddia edilen birçok çevrenin yine İslamcı oldukları iddia edilen başka birçok çevreyle birlikte durmaktan ürkmesi, ondan hoşlanmaması herkesçe bilinen bir durum. O halde bazı yazarlar ve çevrelerce sıkça yapılan İslamcılık tartışmalarına bu zaviyeden bakmakta fayda var.

İslamcılığın “yeni bir durum” olarak son bir asırdan fazla bir geçmişe sahip olduğu göz önünde bulundurulursa onun Osmanlı Devletini kurtarmaktan 60’lı yıllardan itibaren Ortadoğu’daki İslami hareketlerin ürettiği düşünsel ve tecrübî birikimi Türkiye’ye taşıma sürecine kadar giderek evrimleştiği; bunu yaparken de bazı tonlarının bahsettiğimiz o geniş yelpazedeki ana ve ara renklerden giderek ayrılıp ayrıştığı rahatlıkla görülebilir. İşte daha çok “tecdid ve ihya” bağlamında değerlendirilebilecek bu ayrışmalar İslamcılık sıfatını hak etmektedir. Çünkü ideolojik bir görünüme daha uygun bir oluşumları, siyasal temel ve hedefleri itibariyle de yerel ve küresel güçlere paralellik göstermeyen daha bağımsız ve devrimci bir damarları vardır. Bu renk giderek kendini yelpazedeki diğer renklerden ayırmıştır, zaten o diğer renkler de ayrışan bu yeni damarı itikaden neredeyse din dışı ilan etmiştir.

İslamcılığı “Kur’an ve sahih sünnete dönüş çağrısıyla bağımsız siyasal bir hareket oluş” arasında kaçınılmaz bir bağ olduğunu savunarak tanımlayan bu yeni sürecin filizlenişinden AKP iktidarınca muhasara edilmesi sonucu ortaya çıkan trajediye kadar İslamcılık tecrübeleri ayrıca ve geniş bir biçimde irdelenmelidir. Geleneksel İslami yapıların (kendilerine İslamcı denilmesi bizce uygun değildir ancak literatür onları da kapsıyor) cumhuriyet tarihi boyunca iktidarla girdikleri pragmatik ilişkileri kınayıp dışlayarak bağımsız İslami kimliğe sahip olmakla iftihar eden İslamcı yapıların AKP iktidarıyla iç içe geçmiş olmaları görünen o ki bu durumda bir yere kadar hak verebileceğimiz “İslamcılık bitti” iddialarını ortaya çıkarmıştır.

Bahse mevzu ettiğimiz İslamcı kanadın, geleneksel çevrelerin çok ötesine geçmiş ve siyasallaşarak yerel ve küresel hegemonyanın hışmına uğramış Milli Görüş partilerine göstermedikleri toleransı aşarak neredeyse bir aşk boyutuna varacak derecede AKP iktidarına göstermesini anlamaya çalışmak gerekiyor. Güçlü siyasal tecrübeden yoksun, entelektüel birikimi akim kalmış bir süreç olarak 28 Şubatın da hızlandırıcılığı sonucunda bağımsız İslamcılık düzene eklemlenmiştir. AKP’ye eklemlenmek ister istemez en azından sonuçları bakımından yerel ve küresel ilişkilere, parçacıklarla da olsa eklemlenmektir. İktidarın yerel ve küresel odaklarca zayıflatılabilme korkusu bu gidişat içinde olan eski bağımsız İslamcı çevreleri daha da derin korkulara sürüklemiş, iktidar partisine bağlılığı dramatik boyutlara ulaştırmıştır.

12 Eylül solu bitirmeyi amaçlarken Türk-İslam senteziyle de İslami hareketlerin önünü kesmeyi, onların rotasını saptırmayı amaçlıyordu. 12 Eylül süreci birinci hedefine büyük oranda yaklaşırken ikinci hedefinde eksik bıraktığı yerleri 28 Şubatta, bu defa başka usullerle giderdi (postmodern darbe). 24 Ocak kararlarıyla birlikte küresel bir operasyonun Türkiye ayağı olarak yürürlüğe giren neoliberal dönüşüm politikaları nihai aşamada iki darbe sürecinin terbiye ettiği Türkiye İslamcılığına bel bağlamış görünüyordu. Çünkü ancak halkla göreceli olarak barışık bir iktidar bu politikaların sorunsuzca ilerleyebilmesini mümkün kılabilirdi ki bu da sentezci dindar AKP iktidar süreçleriyle mümkün oldu. Böylece 12 Eylülün ruhuna uygun bir süreç rızaya uygun olarak İslamcılara kabul ettirilmiş oldu. Ancak trajikomik bir şekilde Pinochet örneğinde de olduğu gibi 12 Eylülün başlangıç ucundaki Evren ve cuntası, 12 Eylülün diğer ucunu tutan AKP iktidarıyla yargılanmaya başlandı.

İslamcılığın iflas ettiği söylenecekse eğer, önce yerel ve küresel operasyonları anlamaktan aciz bu düşünsel sefaletinden dolayı iflas ettiği söylenmelidir. İran İslam devriminden İhvan’a, oradan Cemaat-i İslami’ye, Hizbu’t-Tahrir’e varan geniş fiili ve düşünsel tecrübelerden yararlanarak iyi kötü kendine yer açabilen, başka ideolojilerle, en çok da Ali Şeriati rüzgârıyla, irtibatlar kuran bağımsız İslamcılığın bu trajik ve hızlı çözülüşü sebep ve sonuçlarıyla tartışılmalı, bu sürecin tümden terk edilip edilmediği masaya yatırılmalıdır. Özellikle AKP iktidarının 12 Eylül politikalarının bir devamı olarak bir sentez yapıp bağımsız bir İslami kimlik üzerinden yeni bir siyasal durum oluşturma potansiyelini emmesi, yaygın tabirle iktidarın İslamcıları “memur” yapması gönülden rıza gösterilen bir tablo olarak orta yerde durmaktadır. “Devlet”in en alt birimindeki idari kadrolardan en üst siyasi kadrolara kadar eski İslamcı bakiyenin fütursuzca kullanılması İslamcılığın iflasını dillendirenler için uygun ve anlaşılabilir örneklerdir.

AKP’li “devlet”in yetişmiş İslami kadro ve potansiyeli arsızca kullanmasına yelpazenin bütün renkleri içinde yer tutan geleneksel unsurların bir itirazı yoktur ancak kendi içinde ve tercihlerinde kıvranıp duran nispeten daha devrimci bir gelenekten gelen İslamcı unsurlar için durum ister istemez farklıdır. Tamamen vazgeçmekle sentezci çelişkileri izah etmek bu çevreler için yakın gelecekte sarsıcı sonuçlar doğuracaktır: ya tümden iktidarın sadece kültürel/gençlik/sivil yapılanmaları olarak kalmak ya da bu netameli süreçten çekilip sıyrılmak. Birinci ihtimalde oldukça yol alındığından ikinci ihtimalin şu aşamada gerçekleşmesi oldukça zor görünmekte, angajmanlar düşünsel ve siyasal anlamda eli kolu bağlı bir pozisyon yaratmaktadır.

İslamcılığın (İslami Hareket de diyebiliriz) yerel ve küresel mevcut duruma karşı yeni ve özgün itirazlar üreten, bunu siyasal/entelektüel zeminde bir söylem düzeyinde somutlaştırıp pratik muhalefet noktasına taşıyan ve en nihayetinde İslamcılığın tümden ölmediğini fiili olarak kanıtlayan bağımsız kanatları yok mudur? Elbette vardır. İstanbul’dan Anadolu’ya kadar irili ufaklı merkez ve gruplar egemen siyasetin emdiği İslamcı yelpazenin dışında kalarak süreci ifşa etmeye çalışan, yerelde yaşanan değişim ve dönüşümleri küresel çerçevede anlamlandıran, yaşanan neoliberal dönüşümü kavramaya çalışarak mevcut siyasetlerin eksenini açığa çıkarmaya gayret eden bir çaba içerisindedir. İster istemez AKP iktidarına muhalif bir pozisyonda hareket eden bu grupların söylemleri iktidara eklemli diğer İslamcı çevrelerin tutumlarını daha da pekiştirmektedir. Özellikle Ortadoğu’da tamamen iktidar eksenli siyaset yapan bu İslamcı çevreler, başka tezlerle siyaseti ve küresel ilişkileri anlamlandırmaya çalışan muhalif İslamcıların söylemleri karşısında derin bir öfke ile siyaset yürütmekte, bu sebeple de iktidar merkezine daha çok yakınlaşmaktadırlar.

Aynı durum yeni İslamcı yapılanmalar kapitalizm/emek sömürüsü ve çevrenin yağmalanması, AKP iktidarının sermayeden yana tutumuna karşı çıkarken de görülmektedir. Sol/sosyalist etkilenmelerle suçlanan bu çevrelere karşı sığınılan adres de ister istemez iktidar politikalarıdır. Bu sığınmacı anlayış Kürt sorununda da aynen devam ediyor. Devlet politikalarına bu kadar eklemlenildikten sonra bağımsız, özgün bir siyasal hat inşa etmek neredeyse artık imkânsızdır ve bu İslamcılık tabii ki bitmiş ve iflas etmiştir ancak o çizgiyi köşeye sıkıştıran yeni damarı gör(e)meden yapılan topyekûn “İslamcılık öldü” ilanı da tartıştığımız çerçeve itibariyle de açık bir yanlışlık ve haksızlıktır.

İnsanları Kur’an’la buluşturmak, onları yeryüzünde adalet ve özgürlük mücadelesinde saf tutmaya çağırmak demektir. Sahih sünnet çağrısı da zulmün üzerine giden bir Resul’ün ayak izlerini ortaya çıkarma çabasından başka bir şey değildir. Bu tabloyu örten muharref din anlayışını ıslah etme çabası ile siyasal bağlamda özgün tezler ve pratikler üretmek doğrudan birbiriyle ilintili çabalardır. Biri ertelenerek ya da bütünüyle iptal edilerek İslamcılık yapılamaz. İslamcılık öldüğü, bazı iddiaları iptal edildiği zaman da hakikatin üzeri örtüleceğinden insanlık kaybetmiş demektir.

platformhaber.net

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın