Kutlu Doğum mu Yoksa Kutlu Ölüm mü? / Şinasi Uludoğan

Rahman ve Rahim Allah Adıyla,

Hamd; göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunanların Rabbi olan Allah’a salât ve selam Rabbimizin göndermiş olduğu tüm Resullerin üzerine olsun.

 Konuya giriş yapmadan önce, sonda söylememiz gerekeni önce söyleyerek işe başlayalım. Gerek kandillerin olsun gerekse kutlu doğum haftası adı altında yapılan etkinliklerin olsun hiç birisi, Hz. Resulullah (s) döneminde mevcut değildi.

Zira Hz. Resulullah kendisine indirilen ilk ayetlerle birlikte Mekke şehrine inmiş ve artık bir daha hiraya çıkmamış ve Mekke site devletinin ve Mekke şirk toplumunun içerisinde 13 yıl Tevhid, Adalet ve Sabır eksenli bir mücadele ortaya koymuş, kendisine indirilen vahyin gereğini bir daha benzeri ortaya konmayacak bir şekilde göstermiştir.

Hz. Resulullah’ı daha fazla anlama daha fazla tanıma ve dolayısyla onun üzerinden birlik ve beraberlik sağlama amaçlı bir adım atma iddiasıyla Diyanet işleri başkanlığı, 20 Nisan tarihi esas alınmak kaydıyla 1994 yılından itibaren “Kutlu Doğum Haftası” adı altında tüm yurt genelinde birçok faaliyette bulunmaya yönelmiştir. Bununla birliktede birçok sivil toplum örgütü ve de bir çok cemaat de kutlu doğum kutlamalarını çar çabuk içselleştirerek geleneksel ve dinsel bir ritüele dönüştürmüşlerdir

Asrısaadet döneminde örneğine rastlamadığımız ve ilki şii Fatımi devleti tarafından, Hz. Resululah’ın vefatından 350 yıl sonra kutsal gün ve geceler adı altında “mevlid, regaip, miraç berat ve kadir geceleri,  anılmaya başlanmış yine Hz. Resulullah’ın vefatının üzerinden 1500 yıllık bir zaman geçtikten sonra onun ümmeti olduğunu iddia edenler tarafından dinin bir farizasıymış gibi kutlu doğum haftası etkinlikleri icad edilmiştir.

Osmanlılar döneminde adı kandil olarak değiştirilen ve birçok etkinlikle festival havasına büründürülen bu gün ve gecelere yukarda verdiğimiz tarihten sonrada “kutlu doğum haftası” etkinlikleri eklenmiş ve bu anlamdaki festivaller toplum tarafından daha birçok coşkuyla kutlanır olmuştur.

 Kendisini öylesiyle ve ya böylesiyle İslam’la ilişkilendirenlerin ekseriyetçide bu çok önemli ve çok gerekli! Festivalleri bir diğerinden geride kalmama adına daha bir gayretle hiç sorgulamadan sadece maslahat icabı ve kendi düşünce dünyalarına uygunluğu noktasında değerlendirmiş. Yaptıkları işin ne itikada taalluk edebilecek kısmıyla nede ameli anlamdaki sıhhatliliği açısından bir değerlendirmeye tabi tutmamışlardır.

Oysaki her düşüncenin ya da yapılacak her fiiliyatın Allah ve Resulüne götürülüp onun vahye uygun yaşantısının süzgecinden geçirilmesi gerekiyordu. Bunu yapmadılar, yapmayacaklarda. Zira bu işi sahiplenen her kesimin kendine göre bir hesabı var mutlaka. Birçoğunun iyi niyetinden şüphe etmediğimiz İslami kesimlerin bu tip uygulamalardan elde edeceği sonuç kanaatimize göre zahiren hayırlı görünse de son kertede zarara dönüşecektir.

Çünkü Allah azze ve celle indirmiş olduğu vahiyle ve göndermiş olduğu Resuller ve son nebi olan Hz Muhammed’le nasıl bir yaşantı içerisinde olmamız ve hayatımızı nasıl sürdürmemiz ve nasıl sonlandırmamız konusunda iman edenlere başka alternatifler sunmamıştır.

İtikadından tutun da ameline kadar temel olarak bizlere sunulan kulluğun içerisinde sonrada icad edilen ve nerden ve nasıl geldiği sürekli tartışılan bu ve benzeri bidatler gerek kişisel olarak gerekse toplumsal olarak hiç te hayrımıza görünmemektedir. (Din adına uydurulan her şey bid’attır, her bid’at sapıklıktır; her sapıklık da Cehennemdedir.) [Buhari, Müslim, İbni Mace, Nesai]

  Örneklik konusunda en büyük delilimiz ise  “ Andolsun, Allah’ın Resûlünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.”  Ahzab suresinin 21.  Ayetidir.

 Madem o bizim için yegâne örnek ve önderdir,  aksi halde onun hayatında uygulamadığı ve ilk dönem sahabelerin de yaşantısında izine rastlamadığımız bu ve buna benzer uygulamalar onu örnek almaktan uzaklaşmak anlamına gelecektir.

O’nun ve Müslüman’ım diyen her şahsiyetin hayatı En’am suresi 162. Ayetinde örneklendirilen şekilde olmalı değilmiydi? Olmalıydı elbette Hz Muhammed de hayatının son 23 yıllık kısmını tamda ayetin içeriğine uygun olarak ortaya koydu.

23 yıllık vahyin emrinde gerçekleşen bir yaşantıya sahip olan Hz Muhammed (sav) doğmadan önce babasını, henüz altı yaşında iken annesini yitirmişti. Dedesinin ve daha sonrada amcasının yanında yetişen ve 25 yaşlarında iken Hz Hadice ile yuva kuran Muhammed bin Abdullah’ı Hz Allah azze ve celle Duha suresindeki bu ayetlerde şöyle teskin etmekteydi.

6. O, seni yetim bulup barındırmadı mı?
7. Şaşırmış bulup da yol göstermedi mi?
8. Seni fakir bulup zengin etmedi mi?

Görüldüğü üzere Resulullah’ın doğumuyla ilgili Kitabımız Kur’an’ı Kerimde gelenekselleştirildiği şekliyle bir haber ve bilgi yer almamaktadır.

O’nun 23 yıllık hayatı yukarda da ifade etmeye çalıştığımız gibi vahyin ekseninde geçmişti. İlk aldığı “OKU”  emriyle birlikte muradı ilahi nasıl bir okumadan bahsediyorsa o şekilde okudu. Ve daha sonra peyder pey tedrici olarak indirilen her ayetin kendisine emrettiği vazifeyi eğilmeden bükülmeden ve hiç kimseden korkmadan yine vahyin usulüne ve üslubuna uygun olarak icra etti. Kimi zaman savaştı, kimi zaman sabretti, kimi zaman karnına taş bağladı kimi zaman Müminlere ziyafet tertip etti. Kimi zaman hiddetlendi kimi zaman engin merhametiyle ashabına ve insanlara nefsi Allah için yenmeyi öğretti. Tevhidin adaletin hak ve hakikatin ve en önemlisi de yeryüzü müstekbirlerine karşı Allah azze ve cellenin gökte de ilah yerde de ilah olduğunu ve sadece O’na kullukla emrolunduğumuzu hem sözle hem de fiilleriyle gözler önüne serdi. Anlaşma yaptığı zaman düşmanı da olsa onlar bozmadığı takdirde zararına bile olsa anlaşmaya sadık kaldı. O iyi bir baba iyi bir eş ,iyi bir arkadaş ,iyi bir sırdaş,iyi bir devlet başkanı iyi bir komutan, iyi bir işçi, iyi bir savaşçı, iyi bir damat, iyi bir kayınpeder, iyi bir dede idi. Ashabının içinde onlar gibi yaşadı , hiçbir zaman kisraların Bizansların saraylarındaki yaşamı tercih etmedi. Devlet başkanı olarak yada bir peygamber olarak hiçbir zaman kendisiyle insanlar arasına makam olarak duvarlar protokoller örmedi. Meclise girdiği her daim boş bulduğu yere oturdu. El etek asla öptürmedi. Kimseye hakkı olmayan bir konuda iltimas sağlamadı. Daima adil oldu. Ve sürekli kulluğuna vurgu yaptı. Asla ve asla tevhidden ve adaletten şaşmadı. vs vs.

 Hz Muhammed (sav)’in vahiy kayaklı yaşantısından verdiğimiz birkaç satırlık kesitten de anlaşıldığı gibi o asla İslamı özel gün ve gecelere hapsetmemiş, konu kendisi olduğunda sürekli kulluğunu ön plana çıkarmıştır. Böyle birinin yani Hz Resululah’ın < selam üzerine olsun> tutup ta kendi doğum günü ile ilgili dini içerikli bile olsa bir takım ibadetlerin yapılmasına veya günümüzün meşhurlarından olan mevlüd okumalarına müsaade etmesi asla düşünülemez.

Zira tam tersinde düşünülecek olursa Peygamberimiz (s.a.v.)in Müslümanları İkazını ör nek olarak verebiliriz

Hz. İbrahim’in vefat ettiği gün güneş tutulmuştu.

Halk bunun, onun vefâtıyla ilgili olduğunu sanarak, “İbrahim’in ölümü sebebiyle güneş tutuldu” dedi.

Resûl-i Kibriyâ Efendimiz bunu duyunca, Mescid-i Şerife vardı ve Allah’a hamd ve senâdan sonra Ashab-ı Kirama şu dersi verdi:
“Ey insanlar! Biliniz ki, güneş ve ay; Allah’ın kudret alâmetlerinden ikisidir. Bir kimsenin vefatı veya birinin hayatı sebebiyle tutulmazlar.
“Bunları tutulmuş gördüğünüzde, hemen mescidlere gidiniz. Onlar açılıncaya kadar da Allah’a duâ ediniz, namaz kılınız!”5

 Anlaşılması lazım gelir ki bu ve benzeri şeyler halkın Kur’an’i cehaletinde de yararlanılarak topluma kabul ettirilmiş ve dinin birer aslıymış gibi algılanır olmuş ve bu işe katılmayanlar kınanmaya başlanmış, eleştirenler de Hz Muhammedi sevmemekle ve hatta inkâr etmekle suçlanır olmuştur. Asıl suçlanması ve uyarılması gerekenler ise “GÜL MUHAMMED” teorisini üretenler ve Hz Allah azze ve cellenin yanına sanki ikinci bir ilahmış gibi onu yerleştirenlerdir

Kutlu doğum haftalarında genellikle ortada dolaşan “ GÜL MUHAMMED”  karakteri gerçeği yansıtmadığı gibi aksine İslam’a ve onun mücadele içeren söylemlerine ve bunu ilk uygulayan olarak Hz Muhammed’e hiç uymamakta ve hem Allah azze ve cellenin tanıtmış olduğunun dışında bir anlayış ortayA konarak O’na ve Resulüne iftira edilmektedir.

Günümüzde özelliklede tasavvufi ekoller insanlara, sofistik bir karakter olarak, suya sabuna dokunmayan sürekli barıştan yana onun ümmeti olduğunu iddia eden herkesi cehennemden kurtaran “efendiler efendisi” yaratılmışların ilki ve en önemlisi, tüm Resullerin imamı tüm canlı ve cansızların varlık sebebi, Hz Allah azze ce cellenin hâşâ sevgilisi(habibi) havada uçan karada kaçan istediği her şeye muktedir olabilen bir Muhammed tanıtmanın yarışını yapmaktadırlar.

 Gayri İslami ve gayri insani bu yaklaşım kutlu doğum haftası düzenleyerek Hz. Muhammedi anıyor ve tanıtıyoruz derken bilakis onun gönderiliş gayesi dikkate alındığında bir doğum değil bir ölüm meydana gelmektedir. Bu ise şeytan ve taraftarları ve yeryüzü müstekbirleri için iyi niyetli Müslümanların eliyle önlerine büyük bir fırsata dönüşmekte ve kısa olacak iktidarlarının ömrü böylece uzayıp gitmektedir

 Şeytanın sağdan yaklaşımıyla üretilen “GÜL MUHAMMED” teorisinin kimlere nasıl ve ne şekilde yaradığına bakılırsa ne demek istediğimiz çok daha net olarak anlaşılacaktır.

Vahyin ilk emriyle Hira’dan inen Hz Muhammed Mekke’nin eğemen güçlerini tedirginliğe sevk etmiş vahyin dozajı artıkça da tedirginlik yerini korkuya tedbire uzlaşmaya ve tehdide bırakmış daha da ileri gidilerek cana kaste kadar varmıştır. Gelen vahyin nereye vurgu yaptığı bellidir ve İslam’ın kaynağı Kur’an Allah’ın yeryüzündeki siyasetinin teorisidir.

 “GÜL MUHAMMED” teorisi ve bu teoriyi üretenler ise Allahın gökteki ilahlığına değinirken yerdeki ilahlığını asla gündeme taşımamakta ve İslam’ın vahiyle olan siyasetine şiddetle karşı çıkmaktadırlar.Böyle bir anlayışta  onu mana ve mesaj  olarak öldürmek demektir.

Sonuç olarak anlatmaya çalıştığımız bu konunun doğrusunu İslam ümmetine ve de özellikle ülkemizde yaşayan ve samimiyetlerinden asla şüphe etmediğimiz geniş halk kitlelerine her türlü imkânlar kullanarak ve her türlü kınamayı göze alarak ulaştırmamız biz Müminlerin üzerine farzı ayındır.

 Selam ve dua ile.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın