Hangi yeni ufuklar?

Dış politikada önemli adımlar atıldığına, Davutoğlu ile başka ufuklar çizildiğine dair İslami çevrelerde ve genel kamuda bir kanaat var ve bu kanaat esasen bir şehir efsanesine dönmüş görünüyor.

Özellikle Ortadoğu üzerinde bir “abilik” misyonu Türkiye’ye yükleniyordu. Hükümet diplomatik nezaket gereği elbette bu iddiayı reddediyor ancak halkın bu kanaatte olmasına taban çalışmaları aracılığıyla gayret ediyordu.

Ortadoğu devrimleri, dış politikadaki şehir efsanesinin aslını, esasını göstermiş olmalıdır. Türkiye’yi “yeniden büyük Türkiye” yapma ideali Milli Görüş çizgisinin temel propagandalarındandır. AKP iktidarı da aynı geleneğe değen tarafları tevarüs ederek büyük Osmanlı ideali de diyebileceğimiz bir amaca odaklanmış olmalı ancak Tunus’tan başlayıp diğer ülkelere yayılan halk hareketleri hükümetin bu misyonunu ciddi anlamda yaraladı, hatta yok etti, temelsizliğini gösterdi.

“Van minüt” çıkışı, Türkiye’nin mağlup İslamcıları ile üç yüz yıldır batı karşısında alınan mağlubiyetlerden özgüvenini yitirmiş halkımız için “Avrupa Avrupa duy sesimizi” tezahüratları benzerliğinde algılandı. Bu süreç, hâl-i pür melâlimizin orta yere serildiği bir tablodur doğrusu. Bu çıkış, Türkiye dış politikasının zirvesi sayıldı.

Filistin-İsrail barışına kendini adayan hükümetin kendi girişimini tabiri caizse takmayan İsrail’e bozuk çalmasıydı “van minüt”. İsrail’in tanınması, direniş hareketlerinin de bu tanınmaya paralel olarak direnişten vazgeçirilmesine dayalı bir barış planı zaten halklara açık ihanettir, Kudüs’e, Aksâ’ya açık ihanettir, en utanılası dış politikadır. Türkiye’deki geniş dindar kesimlerin oylarıyla İsrail’i bölgede meşrulaştıracak bir dış politikanın duygusal çıkışlar yüzünden görülmemesi ya da görülmek istenmemesi durumun vahametini göstermektedir.

“Büyük Türkiye” vizyonunda İsrail’in meşru bir devlet olarak Ortadoğu halklarına kabul ettirilmesi vardır. Bu politika bahsettiğimiz gibi “yeni ufuklar” olarak pazarlanabiliyor. Ortadoğu devrimleri pazarlanan bu politikaları iflas ettiren tarihi bir gelişmedir. Hükümet her ne hikmetse, halklarına zulmeden diktatörlerle tamamen pragmatik ilişkiler kurmuş, bölgesel ekonomik ilişkileri ilke gözetmeden ilerletmiştir.

Zalim Kaddafi’ye karşı ayaklanan Libya halkını, Libya’daki menfaatlerini öne sürerek uzun süre desteklemeyen iktidarın dış politikasının mahiyeti ortaya çıkmıştır. NATO’ya diklenerek Libya’da NATO’ya yer ve gerek olmadığını söyleyen başbakan, batılı ortakları kendilerini çağırmadıkları toplantılar düzenleyip Türkiye’den habersizce Libya’yı bombalamaya başladıktan sonra NATO operasyonuna cevaz vermiş, hatta İzmir’i üs kabul etmiştir. Aslında bu olay bile dış politikadaki şehir efsanesini alenen mat etmeye yeterlidir.

Mısır ve Tunus’ta da benzer süreçlerde benzer refleksler gösteren hükümet için asıl yıkım Suriye üzerinden gerçekleşmiştir. Suriye diktatörü biraderi Beşşar’a karşı ayaklanan Suriye halkının yanında yer alamayan başbakan bir kez daha dış politikada, ilkede sınıfta kalmıştır. “Paranın dini imanı olmaz” diyecek kadar ilkesizleşen iktidar, dış politikayı da tamamen çıkar üzerine oturtmuştur. Dindar kitlelerin oylarının tahvil edildiği bu tablo utanç verici bir tablodur.

İsrail’in Gazze saldırıları sırasında halkın hükümete dönük olarak İsrail’le ilişkilerin kesilmesi çağrılarına “bakkal dükkânı yönetmiyoruz”la cevap vermişti başbakan. Hemen her kritik konuda aynı gerekçeyi öne sürerek temel kriterini ortaya koyan, gözü paradan başka bir şey görmeyen bir hükümetin özellikle İslami çevreler tarafından dış politikasının efsaneleştirilmesi akıl tutulmasından başka bir şey olamaz.

“Oyun kurucu olduk” sözüyle dış politikasını öven başbakana yönelteceğimiz soru basit ve açık: Neden oyun kuruyorsunuz ve kime karşı? Irak işgalinden önce tezkereyi geçirmeye çalışan iktidarın, NATO’nun Libya saldırısında gemileri gönderip peşinden tezkereyi çıkarması efsanevi dış politikanın yerlerde sürünen seviyesini görmek için yeter de artar bile. Bu durumda “sanıkların idamına, tanıkların bilahare dinlemesine” diyen İstiklal Mahkemelerini hatırlamamak imkânsız. NATO’yla birlikte her gün Afganistan’da, Libya’da “oyun” ve katliamın içinde yer alan Türkiye’nin yeni ufuklara açılan dış politikasının niteliği artık layıkıyla anlaşılmalıdır.

Yemen’de BOP eşbaşkanı Salih’e karşı halk aylardır isyan halinde. Başbakan, ellerinden doktora unvanını alıp aynı Kabe’nin Rabbine inandıklarını söyleyerek kendilerini överken Suudlar, Bahreyn halkının isyanını bastırmak için Bahreyn’e giriyordu. Peki, tekrar soruyoruz, bu nasıl bir dış politika, abilik vizyonu? Hangi yeni ufuklar?

Bu işte bir yanlışlık var!

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın